28 Temmuz 2014 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:41)


Merhaba akraba ziyareti 1 saati aşınca bunalıma girip intihara sürüklenenler.
  • Henüz ortaokuldayken uykumun kaçtığı bir gece vakti TV izlerken Yeşilçam TV'nin erotik Türk filmlerinden birine rastlamıştım. Türkan Şoray ne ara çıkacak diye merak ede ede filmi sonuna dek izlediğimi anımsıyorum. O filmden geriye şimdi yalancı inlemeler, ah'lar ve biraz da oh'lar kaldı... Ne hazin değil mi?
  • ''Acı çektirerek öldürmekten zevk alacağım insanlar listesi'' diye bir listem var. Eğer gelecekte bir seri katil olmaya karar verirsem, ilk olarak sürekli güncellediğim bu listedeki insanların peşine düşeceğim. 
  • Tarihteki en devrimci şarkının ''Memeler baş kaldırmış'' isimli ''eserin'' olduğunu düşünüyorum.
  • Sevgili Tanrı, neden spoiler vermiyorsun?
  • ''Anlaşılmamaya'' alışıyorsun da, işlerine gelmediği için bile bile ''yanlış'' anlayanlara alışamıyorsun... 
  • Son günlerde sapık bir şekilde Aşk-ı Memnu'nun son sahnesini düşünüyorum...
''O ölmesin diye beni öldürüyorsun. Niye ben? Benim ölmemi istiyor musun? Beni kaybetmeyi göze alabiliyor musun? Beni?..''
  • Bir büyüsem, bir yetişkin olma fırsatına erişsem dünyayı yerinden oynatabilecek güce sahip olacağımı düşünürdüm. Önümdeki tek engel, henüz çok küçük bir kız olmamdı... Ne kadar ahmakça, fakat ne kadar güzel bir yanılgı değil mi? Bunun farkında olmak ise ne acı verici bir hayal kırıklığı...
  • Yüzüklerin Efendisi serisine ve Orta Dünya'ya karşı ciddi bir hassasiyetim var. Bu film serisinin, kitaplarının en ateşli savunucusuyum. Bu konu hakkında saatlerce konuşabilirim. Hatta benim gibi bir Lotr fanı arkadaşım olmasını deliler gibi istiyorum. Hatta şöyle de bir hayalim var: bu hayali arkadaşla sabahtan akşama kadar Lotr filmlerini izleyeceğiz. Sonra kitapları hakkında ateşli bir tartışmaya gireceğiz. Ben filmden replikler canlandıracağım haklı çıkmak için. Eğer kazanamazsam hayali arkadaşıma Elf Peksimeti yapacağım. :) Nasıl ama?
  • Başım çok ağrıyor. Beni en yakın giyotine götürür müsün?

21 Temmuz 2014 Pazartesi

AMAÇSIZÇOCUKTRİBİ: 1989'DAN BERİ...

Sunucu: Artık bir dünya markası halini alan AmaçsızÇocukTribi'nin doğum günü etkinliğine hoş geldiniz!
Şüphesiz ki onun gelişi önceden müjdelenmişti.
Şüphesiz ki o tüm insanlığın tek umudu, yaşlı gözlerin tek tesellisiydi.
Mayaların tutan tek kehaneti, unutulmuş gezegen Plüton'un tek koruyucusuydu.
Evet o, evet o, evet o 1-2-3...
asdfdafas =)
---
Öncelikle yukarıdaki sululuğum ve dahi aymazlığım için özür diliyorum sevgili okuyucu. Fakat yalan yok, bugün benim doğum günüm ve sanırım bir parça da olsa şımarmaya hakkım var. He ama sen gerçekten yukarıdakilere inanmayı seçebilirsin. Çünkü eğer inanırsan beni mutlu edersin. Kendimi bir şey zannederim mesela...
Bugünlerde kendimi küçücük hissediyorum diyebilirim. Küçücük derken, hani böyle yaş olarak değil; değersiz, sıradan ve bakkal amcaya ''üstü kalsın'' dediğimiz bozuk paralar gibi... Benzetme olmamış olabilir, ama sen anladın beni. Hani böyle yere düşer de almaya tenezzül etmezsin ya, heh o işte!
Bu arada galiba açık ara en mutsuz doğum günümü yaşıyorum. Fakat her zamankinden mutlu olabilirdim aslında. Nasıl mı?

  • Etraftaki herkese ne kadar mutlu olduğumu göstermek maksatlı art arda komik şeyler anlatmasaydım,
  • Sahici bir tebessümle yalancı bir kahkaha arasında bu kadar hazin bir fark olmasaydı,
  • Kahkaha atarken bir yandan da ''acaba kendi içimde daha ne kadar alçalabilirim?'' diye düşünmeseydim,
  • Şu manasız gezegende neden hala ısrarla bulunduğuma dair sağlam gerekçeler aramasaydım,
  • Hikmet Benol'e bu kadar çok benzemeseydim. Yani biraz olsun bu dünyaya ayak uydurabilseydim,
  • Hissetmeye yarayan yerlerim bu kadar çok acımasaydı,
  • Kalbimin bir lades kemiği gibi ''çıt!'' diye kırıldığını duymasaydım,
  • Yatmadan önce bu ''saçma'' şeyleri yazmasaydım...
Yani aslında şunu demek istiyorum: ''ÇOK GÜZEL VE ÇOK ACIYDI, HEPSİ BU''
(Şuan içinden gene ''saçmalıyorsun'' diyorsun. Duyuyorum.)

13 Temmuz 2014 Pazar

SAİD HATİPOĞLU TRAVMASI

Nihat Hatipoğlu Travması gerçeğini henüz üzerimizden atamadan yeni bir sorunla, nur topu gibi bir travmayla yüzleştik: JR. HATİPOĞLU!

Geçtiğimiz günlerde televizyonda zap yaparken karşılaştım kendisiyle. Yahu ben bu ekolu sesi, mimikleri, tek bir noktaya kitlenmiş yarı kapalı gözleri, bu üslubu, bu vurguları tanıyorum diye düşündüm. Tam o anda imdadıma altyazı yetişti. Ve Said Hatipoğlu ile böylece tanışmış oldum. Birden bire nabzım yavaşladı. Evet! Korktuğum başıma geliyordu! Hipnotize olmaya başlamıştım bile! Babasının yolundan giden JR. Hatipoğlu tarafından uyuşturulmak üzereydim... Hemen oruçtan büzüşmüş beyin hücrelerimi havalandırmak adına ufak bir nefes alıp verdim. Fazla enerjim yoktu ve iftara kadar hayatta kalmak istiyordum. Saate baktım... İftar sofrasında yaşanacak olan açlık oyunlarının başlamasına fazla bir şey kalmamıştı... Bir önceki akşam sofradaki son köfteyi kapan kardeşime hala kızgındım. Bu akşam intikamımı almalıydım! Peki ya o saate kadar dayanabilecek miydim? Bu düşünceler içerisinde acı çekerken birden etraf karardı...

Birkaç saniye sonra...

Gözlerimi açtığımda kara bir sinek gibi televizyon ekranına yapışmıştım. Said'den başka bir yere bakamıyordum. O ise gözlerini çok uzaklardaki bir yere dikmiş, aynı babası gibi hikayesini anlatıyordu... Belki de Çin'de üretilerek ülkemize ihraç edilmiş bir üründü... Belki de gerçek değildi... Çin'de üretilen ürünlerin ne kadar kalitesiz olduğundan haberim vardı. Belki de kısa bir süre sonra ekranda parçalara ayrılacaktı... Çünkü babası gibi Kuran surelerini lafının ortasına sıkıştırmıyordu. Belli ki Arapça bilmiyordu. Demek ki malzemeden çalınmıştı... Demek ki hala umut vardı...

Fakat korkuyordum... Hem de delicesine korkuyordum. Kuyudan çıkan Samara gibi oturma odamıza gelivermesinden korkuyordum. Yüzünde gülüyor mu yoksa üzülüyor mu belli olmayan bir ifade ile dini bir müzik eşliğinde hikayesini anlatıyordu... Sesine verilen eko her geçen saniye daha fazla artıyor, mimikleri her cümlesinde ''bakın nasıl da biliyorum!'' dercesine hareket ediyordu...

Bir anda kendime geldim!!! Yahu nasıl bir eğitime, nasıl bir unvana sahipti ki ona ''hocam'' diye hitap ediyorlardı? Göğsüne kadar açılmış gömleği ile nasıl oluyor da bana benim dinimi anlatma haddini kendinde görebiliyordu? Dini anlatarak bir servet kazanmayı nasıl oluyor da kendine hak görebiliyordu? Evet... Bu olsa olsa kötü bir taklit, kötü bir ihracat ürünü olabilirdi... Ciddiye almak manasızdı!