24 Ocak 2014 Cuma

PSİKOLOĞUMUN GİZLİ NOT DEFTERİNİ ELE GEÇİRDİM! (VOL:2)


(geç yayınlanmış bir yazı.)

31 Aralık 2013 Salı:

Oysa ki gün ne kadar da güzel başlamıştı... Randevu talep eden kimse yoktu. Öğlene kadar ofiste boş boş oturduktan sonra evime gidecek, yılbaşında çok eğleniyormuş numarası yapmak üzere sıkıcı planlara girişecektim. Fakat daha ofisin kapısına yeni gelmiştim ki merdivenlere oturmuş bir halde beni bekleyen AmaçsızÇocukTribi ile karşılaştım. Günün anlam ve önemine uygun olarak başına kırmızı bir Noel baba kukuletası takmıştı. Beni görür görmez yerinden zıplayarak kalktı ve ''yeni yııııığğğğğğlllllll'' diye haykırıp kahkahalar atarak yengeç dansı yapmaya başladı.

Ben: Amaçsız? Geleceğini bilmiyordum.
Amaçsız: Ahahah bugün herkes mutluluk taklidi yapıyor. Neden sana gelsinler ki?
Ben: Madem öyleymiş sen neden geldin?
Amaçsız: İşte kimsenin gelmeyeceğini bildiğim için daktır!

Aramızda geçen bu kapı önü sohbetinden sonra benimle birlikte hoplaya zıplaya içeri girdi. Zıplarken bir yandan da kukuletasını özenle tutuyordu. Çizmelerinin boyuna kadar gelen geyikli kırmızı çoraplarına bakılırsa yılbaşı ruhuna kendini fazlasıyla inandırmıştı. Kısa bir süre sessizlik içinde beklemeye karar verdim. Nasılsa kendi kendine konuşmaya başlayacaktı. Artık onu tanıyordum...
Gerçekten de ben sormadan anlatmaya başlamıştı bile...

''Hepimizin huzur arayışı farklı doktor. Seriye bağlamış bir katil için öldürmek huzur demektir. Dünyada sıkışıp kalmışların ise ölümüdür huzur.
Kendimi bulduğum her şeyden kaçmaya o kadar alışmıştım ki, tesadüfen kendimle karşılaştığımda çok şaşırmıştım.
Ve bence büyümek diye bir şey yok doktor. Sindirmek var, doymak var, affetmek ve bilmek var. Ama büyümek hiç yok. Ben 25 yaşında bir çocuğum.
İnatla varlığımı kanıtlamaya çalışan kuantum fiziğinden nefret ediyorum doktor. Bana, benim varlığımı kanıtlamaya çalışan bilimi ne yapayım? Allahtan bizim bakkal kuantum fiziğinin bizim var olduğumuzu değil, aslında yok olduğumuz ile ilgili bir şey olduğunu söyledi de rahatladım.
En büyük dileğin nedir doktor? Lütfen bana hayallerini anlatma. Kimse en büyük dileğini sorsam hayallerini anlatmaya başlıyor. Ve kime hayallerini sorsam, hepsi bir bir eksikliklerini sıralıyor. Bu benim istediğim cevap değil. Sahiden beni anlıyor musun?
Şehirler dolaşmak ve sokaklarında çamura saplanmak için inşa edilmişlerdir. İnsanlar da böyledir. Eğer bir insanı keşfetmek istiyorsan git ve kaybol onda.
Ben bir adamı keşfettim.
Kalbinde kayboldum.
Ben onun kalbinde turist olamazdım zaten doktor.''

Son cümleler illa vurucu mu olmalıdır? Öyle olmak zorunda değiller...

22 Ocak 2014 Çarşamba

ÇALIKUŞU...

Kitaplığımda bulunan eski basımının ilk sayfasında ''Mary İstiroti 6-B'' yazıyor.
O kadar eski bir kitap ki sayfalarını dikkat etmeden çevirirsen kopuyor, un ufak oluyor. Orta sayfalarda bir yerlerde damla damla kan lekeleri var. Dikkatsizliğim yüzünden kanamış parmağımdan akan damlacıklar ile yaptığım harika süsler... 
Çoğu yerini ezbere bildiğim, hayatıma damgasını vurmuş bir kitaptır Çalıkuşu. O yüzden şimdi bunları yazarken bu kadar zorlanıyorum...
Ben mi Feride'ye benziyordum, yoksa bu kitabı o kadar sevdiğim için mi benzedim Feride'ye bilemiyorum. Tüm ele avuca sığmaz coşkusunun, çocuk neşesinin altında gizlediği kırılganlığı, -doktor Hayrettin bey'in de söylediği gibi- onu kavuran sevme ve sevilme ihtiyacı ile ''çok güzel'' demenin yetersiz kaldığı bir insan... Hem bu kadar çocuk, hem de bu kadar büyük bir insan... Hem haşarı, hem de bu kadar olgun... 
  • ''Kuşlar pek zavallı, ne istediğini bilmeyen, bedbaht varlıklar. Onları tutup zorla kapatmalı kafese, zorla, zorla!'' yakarışı ile aslında özgürlüğüne düşkün biri gibi görünen ama aslında sahibi tarafından sonsuza dek bir kafese kapatılmayı isteyen küçük bir kuşa benzer Feride. 
  • ''Sen bir parça da olsa benimdin, bense tüm kalbimle senin...'' 
  • Kitabı bugün bile okuduğumda anlıyorum ki Feride idealistliğinden değil, hiçbir zaman açığa vuramadığı duygularından uzaklaşmak ve kimseye kendini anlatmak zorunda kalmamak için yuvasından kaçıp gitmiştir...
  • ''Dağlarda ismini bilmediğim bir ot yetişir. Feride, insan onu daima koklarsa, bir zaman sonra kokusunu daha az duymaya başlar. Bunun ilacı, bir zaman onu kendinden mahrum etmektir. Hatta bazen, sırf o eski güzel kokuyu yeniden bulmak hırsıyla herhangi bir kokuyu, mesela bir manasız ''sarı çiçeği'' yüzüne yaklaştırır.''  Kamran, Feride'nin çekip gitmesine neden olan ''sarı çiçek macerası''nın açıklamasını kitabın sonunda böyle yapar... Bu, buruk bir son'dur... 
  • ''Kamran, ben seni sevmesini senden ayrıldıktan sonra öğrendim. Hatta yaptığım tecrübelerle, başkalarını sevmekle sanma sakın! Gönlümün içindeki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle. Zeyniler mezarlığının karanlığında, rüzgarın sonbahara kadar ağlayıp haykırdığı uzun gecelerde, çeçen arabalarının ince sesli, yanık çıngıraklarının titrettiği bu ovalarda, söğütlük bahçelerinin ılık iğde kokularıyla dolu yollarında, ben hep seninle yüzyüze, senin hayallerinin kollarında yaşadım...''
  • Seneler sonra evine geri döndüğünde hala Kamran'ın sevgisine ihtiyacı vardı...
         -Sevdin mi, beğendin mi Gülbeşeker'i?
         -Sevdim.
         -Bir daha söyle, ben gülbeşeker'i sevdim de.
         - Ben gülbeşeker'i sevdim.
         - Ben gülbeşeker'i çok sevdim de.
         - Ben gülbeşeker'i sevdim. Ben gülbeşeker'i çok ama çok sevdim. Senin istediğin kadar çok sevdim.
  • Feride tecrübesizdi. Pervasız bir acemiydi... Ancak bir aşkın derin acısıyla hayatını heder etmeyi, bu aşkın acısı ile büyümeyi başarmıştı. Anadolu'da öğretmenlik yaparken ona aşık olanlara rağmen o, gönlünden kendi yangınını eksik etmeyecek kadar derin bir ruha sahipti. Herkes öpmenin, dokunmanın, kısacası somutluğun peşindeyken, o gönlünün içindeki hazin hayali, o soyutluğu sevmeyi başarabilmişti...
  • ''Bu son ayrılık saatinde hakikati niçin saklamalı? Bu okumayacağın defteri ben senin için yazdım Kamran. Yanlış, çok yanlış bir iş tuttuğumu bugün itiraf edeceğim. Ben her şeye rağmen seninle mesut olabilirdim. Evet, her şeye rağmen seviliyordum, fakat istedim ki çok, pek çok sevileyim, kendi sevdiğim kadar değilse bile, -çünkü buna imkan yok- buna yakın sevileyim. Bu kadar sevilmeye benim hakkım var mıydı? Zannetmem Kamran.''
  • ''Söyle bana Feride, bu kadar derin bir vefayı, bu kadar ince bir ruhu, bu küçük kalbinin neresine saklamıştın?'' 

16 Ocak 2014 Perşembe

BİR DÜĞÜN KLASİĞİ: AYAKTA TAKILAN DELİKANLILAR VS DÜĞÜN KIZLARI

Merhaba düğünlerde takı töreni sırasında ortadan kaybolan, ancak pasta ve limonata servisini de asla kaçırmayan havalı insanlar topluluğu.
Herkes hazır mı? O halde başlıyorum...

1-) AYAKTA TAKILAN DELİKANLILAR:
Genellikle ''damadın mahalleden arkadaşları'' sıfatı ile düğüne sızan ve tüm akşam boyunca kapı kenarında pusuya yatmış bir şekilde ayakta bekleyen bir canlı türüdür.
  • Yaşama Alanı: Düğün salonunun kapı kenarı.
  • Ayırt Edici Giysisi: Kumaş pantolon, göğsü açık tek renk gömlek, sivri burun ayakkabı. (yakınlık derecesine göre ceket giyinmiş de olabilir.)
  • Beslenme Şekli: Düğün boyunca sigara içer. Pasta yemez ancak çerez ikramını da asla kaçırmaz. Duruma göre mutlaka gizlice alkol tüketir.
  • Hareket Kabiliyeti: Minimum düzeydedir. Ayakta takılır. Kanında bulunan alkol oranı yeterli düzeyde arttığında ise ''bu sene de bekar gezelim'' isimli şarkıda coşar.
  • Tehlikeli Yanları: Gözleri keskindir. Bu nedenle düğün salonu içinde bulunan genç kızları göz hapsine alır. Şayet anahtarlığında lazer varsa, dans eden kızın çeşitli bölgelerine lazer tutacak kadar saldırganlaşır. Saatler ilerledikçe kızlardan birini seçer ve yanındakilere ''yengeniz'' diye ilan eder. Düğün sonunda kavga çıkarma olasılığı yüksektir.
2-) DÜĞÜN KIZLARI:
Genellikle ''gelinin bekar arkadaşları'' sıfatı ile düğüne sızan ve tüm akşam boyunca dans etmek suretiyle dikkatleri üzerine çekmeye çalışan bir canlı türüdür.
  • Yaşama Alanı: Düğün salonu dans pisti veya ''özellikle'' kapıya yakın olarak seçilmiş bir masa. 
  • Ayırt Edici Giysisi: Allı pullu bir elbise. Ancak mutlaka saçlar maşalı veya toplatılmış olmalı. Topuklu ayakkabı giyer. Abartılı makyaj yapmıştır. 
  • Beslenme Şekli: Düğün pastası ve limonata. 
  • Hareket Kabiliyeti: Çok hareketlidir! Özellikle oryantal ve çiftetelli uzmanıdır. Gece boyunca asla yerinde durmaz. 
  • Tehlikeli Yanları: Gözleri keskindir. Bu nedenle ''Ayakta Takılan Delikanlılar'' türünün fazlasıyla farkındadır. Sürekli ''acaba bakıyorlar mı?'' endişesi taşıdığı için mutlaka poz verir gibi duruşlar sergiler. Düğün sırasında sürekli gelini çekiştirir. Dedikoducudur. Gece sonuna kadar en az bir aşık edinmek için uğraşır.
Şimdi bu iki canlı türü düğün başladığı andan itibaren inanılmaz bir hızla etkileşime geçmeye başlarlar. Kişiler arasında yazılı olmayan kurallar vardır. Mesela kimse kimsenin ''kesiştiğine'' bakmaz. Haberleşme ise genellikle ''ulak'' olarak kullanılan çocuklar tarafından sağlanır.
Çocukken ''ulak'' olarak bir dönem görev yapmışlığım var. Bu nedenle ciddiye alın beni! Gülmeyin! Gülmeyin bana!
Çünkü ben, görevinin bilincinde olan bir ulaktım. Sayemde yuvalar kurulabilir, belki de ufacık bir çikolatayı alamadım diye daha kurulmadan yıkılabilirdi...
Fakat işin asıl ilginç yanı, ziyaretlerim sırasında gruplar arasında yapılan ufak konuşmaları bir iki bozuk para karşılığında karşı tarafa ispiyonluyor oluşumdu... 

X: Amaçsız? Gel kız buraya! Sen kağıdı verirken ne konuşuyorlardı?
Amaçsız: Bilmem ki. 
X: Nasıl bilmezsin? Anlatsana kızım! Bak sana 1 TL. veririm. 
( 1 TL. mi? Büyük para doğrusu!)
Amaçsız: İşte bu Y abla var ya hani... Konuştuğu çocuk varmış.
X: Kim? Kimmiş o? 
Amaçsız: Hüsniye teyzenin oğlu var ya hani. Oymuş.
X: Vay şerefsiz! Bi kıza bak, bi herife bak!
(yanındaki arkadaşlarına dönerek) Abi bu akşam o pisliği dövüyoruz. Hem kavga çıksın namımız yürüsün dimi?!
Gece sonunda gerçekten de kavga çıkmıştı. :)
Her ne kadar işin etik ahlakına aykırı olarak hareket etmiş olsam da, neticede çocuktum ve teknoloji henüz gelişmemişti... Mesela şimdi whatsapp var, ne bileyim var da var yani. O zamanlar ulaklara saygı büyüktü. Çok para kaldırdık o dönem. :) asdafsdaf :)

13 Ocak 2014 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:36)

Merhaba ayakkabı kutusunda ne var acaba diye meraklandığım okuyucularım.
  • Başörtüsünde kırbaç, kelepçe ve zincir desenleri bulunan teyzeyi gördüğüm günden beri bir çok şeyi sorgulamaktan vazgeçtim. 
  • Her akşam işten dönerken otobüste aynı insanları görüyorum. Aramızda adeta gizli bir anlaşma varmışcasına hepimiz aynı yerlere oturuyoruz. Yolculuk boyunca otobüse binen tanımadık kişilere karşı belirgin bir soğukluk besliyoruz. Neden bu tribe giriyoruz hala anlamış değilim.
  • Bu yolculuk sırasında dikkatimi çeken 30-35 yaşlarında bir abla var. Sarıya boyalı düz saçları, köşeli gözlükleri ve ciddi giyimi ile tam bir ''İnsan Kaynakları'' çalışanı. Her akşam otobüse biniyor ve Grinin 50 Tonu adı verilen son derece başarısız bir kitabı okuyor. Rutin bir D&R ziyaretim sırasında bu kitabın 3-5 sayfasını ayakta okumak gibi bir yanılgıya düşmüşlüğüm var... Artık nasıl bir sayfaya denk geldiysem bir anda... asdafsdafg =))
  • Nasıl? Keyifler yerinde mi? Alevli meyve tabağı da getireyim mi?
  • Kitapçıları gezerken insanların kitap seçimlerine bakarak karakter analizlerini yapmak gibi kötü bir huyum var. Mesela -kendim de bir blogger olmama rağmen- ''dizüstü edebiyat'' adı verilen kitaplardan ciddi manada tiksiniyorum. Koca arama serüvenlerini yazan blogger hanımların beceriksizlikleriyle nasıl ün kazandıklarına şaşırıyorum. 
  • Tamam sakinim! Tamam tutma beni! Sakinim!
  • Kovboy filmlerinde ''suratına içki dökülmeden sinirlenmeyen kovboy'' diye bir şey var. Bu kovboy samimidir. Belki de içkinin ziyan olmasına üzülüyordur. Mesela bu tür kovboylar fonda müzik olmadan da dövüşmezler. İlginç.
  • Bir de babaların kovboy filmlerine karşı duydukları inanılmaz merak vardır. Mesela benim babam her cumartesi sabahı TRT-1'de verilen kovboy filmlerini izliyor. Kendisine ''günaydın'' diyorum, cevap yok. ''Naber baba?'' diyorum, eliyle sus işareti yapıyor. Adam adeta transa geçiyor. 
  • ''Sıcak süt içerken kaymağın üst dudağa yapışma anı'' isimli bir dram filmi çekmek istiyorum.
  • 12 Ocak 2014 : Bülent Ersoy'un tesettüre girmesi hadisesi üzerine fazla düşünmemeye çalışıyorum.
  • Yazı bitti.

10 Ocak 2014 Cuma

BİR İNSAN KAYNAKLARI KLASİĞİ: AYLİN HANIM

Merhaba bloğumun neşesi, ötesi, berisi okuyucularım.
Uzatmalı meseleleri paylaşmaktan ziyadesiyle haz duyduğum bir tespitsel yazısına daha hoş geldiniz!
***
O hepimizin hayatında en az 1 kez gördüğü biri.
O bir mülakat canavarı.
Onun adı Aylin Hanım...
İnsan kaynakları birimi olan tüm kuruluşlarda mutlaka bir Aylin Hanım vardır. Hatta Aylin Hanım'ın olmadığı bir iş görüşmesi hayal dahi edilemez. İçinde Aylin Hanım'ı çalıştırmayan bir insan kaynaklarına da asla güvenilemez. Eğer iş görüşmesine gidilecekse mutlaka bir Aylin Hanım olmalı orada.
Aylin Hanım önemli. Önemli... Önem... Ö... (sesim burada giderek uzaklaşıp bir fısıltı halini alıyor.)


Aylin Hanım hayatımızın her anında karşımıza çıkabilir. Kimi zaman müdür, kimi zaman satış departmanında, kimi zaman bir sekreter... Ama en çok da insan kaynaklarından Aylin Hanım olarak çıkar karşımıza... Onu tanımak kolaydır. Boyalı düz saçları, hemen dizinin altında biten kalem eteği, sivri burun topuklu ayakkabıları ve elbette yapay tavırları...Ve elbette her canlı bir gün insan kaynaklarından Aylin Hanım ile mülakata girmeyi tadacaktır!!! (cümlenin vuruculuğuna bakar mısınız?)
İnsan kaynaklarından Aylin Hanım ile defalarca mülakata girmiş biri olarak sizi uyarmalıyım: Aylin Hanım tam bir profesyoneldir! Onu atlatamazsınız! Onu köşeye sıkıştıramazsınız! Bu yüzden size yaşadığım GERÇEK bir Aylin Hanım mülakatından bahsetmek istiyorum...
***
Malikanemde oturmuş margaritamı yudumlu... asfadsfa :) Tamam ciddiyim!
O zamanlar işsizdim. Öğlen vaktini çoktan geçmiş olmasına rağmen üzerimde hala pijamalarım vardı. Adeta küçük bir koala gibiydim... Tam da biraz sonra hangi çekyata devrileceğimi düşündüğüm sırada birden telefonum çalmaya başladı. Arayan numara hatırlaması kolay bir yapaylığa sahip olduğu için birden toparlandım. Çünkü bu numara ancak İnsan Kaynaklarından Aylin Hanım'a ait olabilirdi! Koala formundan hemen çıkıp telefonu açtım. Yanılmamıştım...

+ Merhaba. AmaçsızÇocukTribi ile mi görüşüyorum?
- Buyrun benim.
+ Amaçsız Hanım sizi X'den arıyorum. Ben İnsan Kaynaklarından Aylin. Sizinle yarın saat 1'de bir iş görüşmesi yapabilir miyiz?
- Yarın 1'de? Hmm... Saat 4 olsa? (yalan söyledim! sadece Aylin'in beni ciddiye almasını sağlamak istiyorum)
+ Elbette Amaçsız Hanım. O halde biraz sonra size adres bilgimizi mesaj olarak atacağım. Görüşmek üzere.
- Teşekkür ederim.

Aramızda geçen bu kısacık görüşme bile beni heyecanlandırmaya yetmişti. Bir sonraki gün iş görüşmelerinde giydiğim standart giysimi giyip yollara düştüm. Otobüste hep Aylin Hanım vardı aklımda. Mordor'a  güç yüzüğünü taşıyan Frodo kadar zavallı bir haldeydim. Ancak yenilmeyecektim!
Görüşme yerine neredeyse bir saat önceden gelmiş olmama rağmen son dakikaya kadar dışarıda bekledim ve tam zamanında iş yerine giriş yaptım. Kapıda beni karşılayan sekretere baktım... Düz saçları ve abartılı makyajıyla adının ancak Melahat olacağına karar verdiğim bu kadın ''siz içeri geçin. Aylin hanım birazdan geliyor.'' dedi. İçimden küfrettim.
Girdiğim oda uzun beyaz masası, duvar kenarına konumlandırılmış yapay çiçekler ve manasız tabloları ile tam bir mülakat odasıydı. Boş olan sandalyelerden birine oturup beklemeye başladım. Biraz sonra yaklaşan topuk seslerinden Aylin Hanım'ın yaklaştığını anlamıştım.

+ Merhaba. Nasılsınız Amaçsız Hanım?
- Teşekkür ederim Aylin Hanım. Siz?
+ Ben de iyiyim. Nasıl? Yerimizi kolay buldunuz mu?
iç ses: Aylin ilk atağı yapmıştı... ''Yerimizi kolay buldunuz mu?''... Sanki bulamadım, defalarca adres sordum desem bir şey değişecek... Anlaşılan ''standart'' bir Aylin Hanım vardı karşımda.
- Yok hayır. Kolayca buldum. Zaten çok yakın, merkezi bir yerdesiniz.
+ Ah çok iyi o zaman. (eliyle saçlarını düzeltti. ağır bir parfüm kokusu odaya doldu.) Peki Amaçsız Hanım... Neden biz?
iç ses: Neden mi siz? Çünkü işsizim! Ne bileyim ben?! Yüzlerce kişi arasından beni çağırdığına göre asıl benim bu soruyu sormam gerekmez miydi?
- Çünkü yeni mezun olmuş biri olarak kariyerime buradan başlamak istiyorum. Buradan kendimi geliştirip... bla... bla... bla... (bir sürü yalan)
iç ses: Ben konuşurken nasıl da gülümsüyor! Nasıl da tehlikeli... Dişlerini bilemiş bir vampir gibi. Karşımdasın işte Aylin! Korkmuyorum senden! Hem daha neyi kaybedebilirim ki?!
+ Çok güzel. Burada İngilizcenizin yeterli düzeyde olduğu görülüyor.
- Yes. I'm speak advanced English.
+ (gülerek) Hazırlıklısınız!
iç ses: Elbette hazırlıklıyım! Seni tanıyorum Aylin!
- Ehe-he-he (heyecandan kesik kesik sırıtıyorum)
+ (aniden ciddileşerek) Peki Amaçsız Hanım. Biraz da kendinizden bahseder misiniz?
iç ses: İki dakika gevşememe izin bile vermedi! Aylin sen tam bir manyaksın!
- Elbette efendim. 24 yaşındayım.... bla...bla...bla... (gerçekliğinden benim bile şüpheye düştüğüm bir ton gereksiz ayrıntı)
+ Hmm... Biliyorsunuz ki esnek çalışma saatleri... ( işe dair bir ton negatif yakıştırma)
- Hiç önemli değil. Benim için önemli olan.... (manasız erdemleri sıralıyorum)
+ Peki Amaçsız Hanım. Sormak istediğiniz bir şey var mı?
iç ses: Son darbeyi vuracaksın demek he? Vur Aylin! Ama ben buna da hazırlıklıyım!
- Aslında var. Acaba... (işle alakalı çok da önemli olmayan bir soru.)
+ (cevap verir) ... O zaman geldiğiniz için teşekkür ediyorum ben. Biz sizi ararız.
- Ben de teşekkür ederim.
iç ses: CV'me bir şey çiziktirdi. Acaba ne yazdın Aylin? Seni sinsi şeytan!
***
Bu iş görüşmesi daha sonra olumlu sonuçlandı. Ancak ben Aylin'e olan nefretim yüzünden kabul etmemiştim sevgili blog dostlarım. Siz de Aylin'e dikkat edin! Bir gün onunla mutlaka karşılaşacaksınız! O yüzden hazırlıklı olun! HEP TETİKTE OLUN! AYLİN ŞAKAYA GELMEZ!





5 Ocak 2014 Pazar

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:35)

Merhaba.
Şimdi hiç vakit kaybetmeden hemen aşağıdaki maddeleri okumaya başla.

  • Kadın olmanın getirdiği salak kurallardan nefret eden hemcinslerim burada mı? Çünkü bir şey itiraf etmek istiyorum da... Sokak başlarında nohutlu pilav satan ve kısaca ''dışar pilavı'' olarak adlandırılan pilavdan sırf tezgah etrafında bir dolu erkek olduğu için yararlanamıyorum. Şimdi ben o kalabalığı yararak ''abi bana ordan az dışar pilavı ver!'' desem... Olmuyor işte. Çünkü kadın olmak beraberinde salak kuralların da sırtına yüklenmesi gibi bir şey işte.
  • Evlilik yurdum kadınları tarafından ''statü atlama'' basamağı olarak görüldüğü müddetçe, Facebook'da özel hayatının reklamını yapan hanım kızlarımızdan asla kurtulamayacağız. -Lütfen kayıtlara geçsin!Kesin bilgi!-
  • ''Müziğin etkisi ile tribe giren insan modeli'' diye bir şey var. Bu tip insanları yolda giderken mutlaka görürsünüz. Özellikle toplu taşıma araçlarında kulağında kulaklık, bakışlarında bir ahenkle dışarıyı izleyen biri gördüğünüzde anlayın ki o an hayalinde klip çeviriyor. Var böyle insanlar. İyi davranın onlara.
  • Kocaman bir tabakta tek başına kalan son elma diliminin yalnızlığını film yapsam tüm oscar ödülleri benim olur.
  • Bazı çiftlerin karşısına geçip ''eldivenle dokunmatik telefon kullanmaya çalışıyorsunuz'' demek istiyorum. O kadar zorlama duruyorlar ki karşımda... Azcık doğal olun! Lütfen! Bak LÜTFEN!
  • Poğaça'ya ''puaça'' diyen esnaf şirinliği diye bir şey var. Gündelik hayatı renklendiren, insanı mutlu eden şeyler bunlar.
  • Kaybetmek konusunda yetenekli olanlar var mı aramızda? Yaklaşın bir şey diyeceğim...
  • Hepimiz oyuncuyuz aslında. Dünya sahnesinde bize seneler önce biçilmiş rolü köpürte köpürte oynuyoruz. Fakat bence biraz da doğaçlama yapabilmek lazım... 
  • Şehirler arası otobüslerde her koltuğun üzerinde bulunan ışık, muavini çağırma düğmesi ve klima düğmesinin varlığı beni gerçekten geren nadir şeylerden biridir. Çünkü konumu bakımından ne size, ne de yanınızdaki yolcuya aitmiş gibi durur. Bir nevi yasak bölgeye benzer burası. Ve buranın egemenliği her zaman için ilk basan kişiye verilir. Mesela eğer siz önce davranıp bu aparatı kullanmayı başarırsanız, yol boyunca yanınızdaki yolcudan bir üst kademede olursunuz. Bir nevi kast sistemi oluşur aranızda. Bunlar önemli konular. Bilin bunları. 
  • Dünyadaki en büyük korkularımdan birisi de halaydan atılmaktır sevgili okuyucu. Veya halayda çocukların elini tutmak zorunda kalan kişi olmak da olabilir... İkisi de çok korkunç.
  • Denklemde X=X bulunca siz de üzülüyorsunuz değil mi? Böyle boşa çaba verilmiş gibi. Kötü bir şaka gibi.
  • Yazı bitti.

4 Ocak 2014 Cumartesi

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:17)

AmaçsızÇocukTribi:Hey sen!
Ürkek Genç: Hı?
AmaçsızÇocukTribi: Bakma öyle sana söylüyorum işte! Hemen şu ıssız sokağa gir ve bekle beni! Hemen geliyorum!
Ürkek Genç: Eee... Peki tamam.

***Amaçsız bir süre sonra peşindekileri atlatır ve koşarak ıssız sokağa girer. Ürkek Genç orada bekliyordur.***

AmaçsızÇocukTribi: Merhaba. İnan bana kim olduğumun hiçbir önemi yok. Sadece anlatacaklarımı dinle. Bir grup var. Şuan 117 kişiler! 20 gündür benden haber alamıyorlar! Güçleri tükenmek üzere! Onlara benden haber götürmek zorundasın!
Ürkek Genç: Ama ben...
AmaçsızÇocukTribi: Sözümü kesme! Hala anlamıyor musun? Ergenliğinin o ilk yıllarından beri gelmesini umut ettiğin gizli görev için seçildin işte! Hemen dediklerimi yapmalısın! Hazır mısın? O halde başlıyorum...
***
Merhaba bloğumun bebe aspirini tatlılığındaki okuyucuları.
20 günlük yokluğumu fırsat bilen kimi güçlerin yurt genelinde meydana getirdikleri bir takım ''halkı soyup soğana çevirmek'' , ''yetimin hakkını yemek'' veya ''yolsuzluk yapmak'' olarak tanımlayabileceğim çirkin davranışları neticesinde bloğa yazı koymaya karar verdim. 
İşte Benden Bir Şeyler...
  • Hepinizin yeni yılını kutlu olsun! 
  • Böyle bir anda coşkulu giriş yapınca heyecanlandın değil mi? Sana ufak sürprizler yaptım işte. :)
  • Bir yazı illa komik mi olmalı?
  • Çok yakında fazlasıyla komik yazılarla dolacak burası! -KESİN BİLGİ!-
  • 2014'den çok fazla beklentim var. Kendisi bunların ne kadarını karşılar bilemiyorum ama umarım hepimiz 2015'e girerken ''2014 amma da güzeldi he!'' diyebiliriz.
***
Ürkek Genç: Bu kadar mıydı yani? Bitti mi şimdi? Ne olduk yani? Arkadaş tüm deliler de beni buluyor yemin ediyorum! Gizli mesaj mıydı bu şimdi neydi? İçeri falan alırlarsa valla kızın robot resmini çizdirir bloğa koyarım!