27 Aralık 2012 Perşembe

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:10)


2013'E AÇIK MESAJ ŞEYSİ... =)

Merhaba gönül tellerimi titreten blog dostları.
Böyle girsem ya bloğa mesela. Ama olmadı değil mi? Samimiyetsiz gibi. Ama inanın siz gelmeseydiniz ben sizin bloğunuza gelicektim ziyarete. İşler güçler nasıl? Annengiller, babangiller, Bülent Ortaçgiller iyiler mi? Iyy iğrençleştim tamam... :)

2012 yılının son yazısında diğer blogger'lar gibi ''wish list'' neyin yazayım dedim. 2013'e açık mesaj yani...

Sevgili 2013,
Berbat hayatlarımıza hoşgeldin. Milyonlarca insan daha şimdiden senden birşeyler dilemeye başladığına göre durumun ne kadar vahim olduğunu çoktan anlamışsındır diye düşünüyorum... Ben de çok farklı durumda değilim aslında. Sadece yazıya girerken seni anlıyormuş gibi davranıp sempatini kazanmak istemiştim. Eğer başarılı olduysam -ki bu taktik genelde işime yaramıştır- devam edebilirim...
Şimdi karşına geçip 2012'nin dedikodusunu yapacak değilim ama bir zahmet şu isteklerime kulak verirsen seni ondan daha çok seveceğime dair söz verebilirim... (:
  • En etkili uyuşturucunun ''mutluluk'' olduğuna inanan biri olarak, herkese ayarsızca mutluluk vermeni rica ediyorum.
  • Sağlık ve huzur ikilisinden de bolca lütfen... :)
  • Dünya'ya barış istiyorum... Biliyorum bu çok zor ama artık insanların daha fazla ölüme ve açlığa değil, barışa ihtiyaçları var sahiden. Anlaştık mı?
  • Her insanın korkulu rüyası olan ''Murphy kanunları'' bu sene peşimizi bıraksın lütfen.
  • Daha fazla kahkaha, daha fazla neşe ve eğlence olsun ki hepimiz birer Sponge Bob kafası yaşayalım.
  • İnsanlara daha fazla ''umut'' ver. Çünkü hayat umut etmeye değer.
  • Yalnızlıktan ölen var lan. Bu yüzden binlerce insan AŞK deyü deyü ortalığı birbirine katıyor sevgili 2013. Doğru insan ve doğru zaman voltranı dahilinde insanların AŞK ı bulmasına yardımcı ol bir zahmet.
Gördüğün gibi o kadar iyi niyetli bir kızcağızım ki, hep insanlık için dileklerde bulundum. Ancak kendimi överek prim yapmaya çalıştığımı da düşünmeni istemem çünkü benim de diyeceklerim var. :)
*** Öncelikle Ağustos ayında bana AŞK'ı veren 2012'ye koskocaman bir teşekkür borcum var. Evet, onu bana verdiğin için sana sonsuz kez teşekkürler sevgili 2012... :)

Şimdi de ''Benden Bir Şeyler''... :)
  • Yeni yılın her bir gününde ailem, sevgilim ve arkadaşlarımla musmutlu anlar yaşamak istiyorum sevgili 2013. Bunu lütfen kabul et olur mu? Bir de bolca huzur denilen şeyden rica ediyorum. :)
  • ''Üniversite mezunu işsizler'' kategorisinden acilen çıkarılmamı rica ediyorum. :)
  • Yaşanmayı bekleyen çocuksu mutluluklarım, gerçekleşmesini istediğim hayallerim ve gidince mutlu olacağım yerler var benim... Tüm bunları sevdiğim adamla el ele yaşamak istiyorum. Çünkü her şey onu sevmekle başladı ve onunla tamamlandı...(kalp kalp kalp) :)
  • Biliyorum her şey güzel geçmeyecek. O kadar şanslı değilim elbette ama lütfen o anlarda bile bana sabır ve umut ver olur mu?

Daha fazla uzatıp canını sıkmak istemiyorum sevgili 2013. Ama dileklerimi kabul edersin değil mi? Söz veriyorum yılbaşı gecesi kırmızı iç çamaşırı kombiniyle totem yapmaya çalışan kezbanlardan olmayacağım. Söz veriyorum ki uslu bir kız olup...
Neyse çok uzattım. Seni şimdiden seviyorum biliyor musun? Sen de beni sev...





--------------------
Sevgili dudu yüzlü, bal dudaklı, elma yanaklı okuyucularım, gördüğünüz gibi elimden geleni yaptım. 2013 dileklerimizi takar mı bilemem ama hepinize şimdiden harika bir sene diliyorum. :)
--------------------

21 Aralık 2012 Cuma

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:17)


Merhaba tam bağımsız ruh hastaları kıvamında olan okuyucularım. Hoşgeldiniz. Oo sen de hoşgeldin kıyamet, hoşgeldin bunlara inanan ergenler, oo siz de hoşgeldiniz Şirince'ye giden coşkulu kalabalık... :) Korkmayın dalga geçmiyorum. Çekirdek tabağının dibinde kabuğu soyulmuş çekirdek görüp mutlu olan insanım ben. Benden zarar gelmez ki... :)
  • Mayalarla hiçbir kişisel sorunum yok sevgili okuyucularım. Hatta birçok Maya arkadaşımın olduğu da doğrudur. Ancak bu durum, Maya'ların tarihin en büyük yalancıları olduğu gerçeğini değiştirmez öyle değil mi?
  • Türkiye'den önce yeni güne giren ülkelerden biri olan Yeni Zelanda'da saat 12 yi geçince bende bir huzur, bir mutluluk ki sormayın... Hemen geçtim klavyenin başına çılgın atmaya başladım. He ama ya tersi olsaydı? Ya Mayalar haklı çıksaydı? İşte o zaman yüzünüze bakacak cesaretim olmazdı...
  • Dünden beri İstanbul'a o kadar çok kar yağdı ki Eskimo muyum, Norveçli balıkçı mıyım, kutup ayısı mıyım, yoksa AT mıyım şaşırdım...
  • Biz Türkler ''Kimoo?'' sorusuna verilen standart ''been" cevabının ses analizini yapıp, kişinin kim olduğunu anlayabilen eşsiz bir gene sahibiz.
  • Saçını Rihanna gibi kestirmek isterken emekli tarih hocası teyzeye dönen kızlar görüyorum etrafta, ne bileyim üzülüyorum. :(
  • Faruk K. '‘honki ponki toni nok, çalona bimbo bori rok, çiki çiki şayne tiki tak tok’' şarkısını yazarken hangi ruh halindeydi acaba ?
  • Faruk K. bir zamanlar soyadındaki ''K'' yı noter huzurunda satmaya kalktıydı hatırladınız mı? Biz bunları atlatmış, bunlara tanık olmuş bir jenerasyonuz işte.
  • Televizyonda "haydi çocuklar yatağa :) iyi uykular :)" yazısını görünce yatmaya giden çocuk varsa eğer kendisini tanımak isterim.
  • Kelebek etkisinin bilimsel adı determinist kaos muş...
  • Yukarıdaki maddeyi okuyunca şaşırdın değil mi? İlk kez bu blogda bir bilgiyle karşılaştın çünkü. Bu arada 'kelebek etkisi' ney lan?!
  • ''Tuvalet terliği'' , ''Kulpu kırık çaydanlık'' ve ''Delik çorap'' kadar insanı düşüren bir şey var mı acaba?
  • Yazı bitti. Hadi şimdi dağılıp sıkıcı hayatlarımıza geri dönelim sevgili okuyucu.
--------------------
Seni içimde saklayasım geliyor adam, anlayabiliyor musun? Ben seni çok seviyorum. Görebiliyor musun?..
--------------------

6 Aralık 2012 Perşembe

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:16)

Merhaba her defasında kapattığı köşeden golü yiyen kaleci şaşkınlığında olan okuyucularım.
  • Bu havada dışarda hüzünlü bir insan görürseniz, gidin ve teselli edin. Kesin dövmelidir o. "Olsun be, yaza yine gösterirsin" diyin.
  • Türkiye'de son 3 ayda 40 milyar sms atılmış. Nereye gidiyor lan bu sms'ler bana 4 tane bile gelmedi. Yazıklar olsun size .
  • "Anan var midur? Baban var midur?" diyor türküde. Yani açıkça piç misin diye soruyor. Ama kibarca...
  • Tarkan o kadar kibar ki, “sen bir ayısın” demiyor, “mevsimlere göre uyuyup uyanmışsın” diyor.
  • Esmerlikten sarışınlığa terfi eden kızlar; lütfen dip boyalarınızı aksatmayın. Zira İstanbulspor defans oyuncusu gibi dolaşmaya gerek yok. Ayrıca o kapkara kaşlarınızı da bir zahmet saç renginize boyatmayı unutmayın olur mu? Bir de o bıyıklar alınsın lütfen. Bir de... Neyse ya.
  • Sevdiğiniz biriyle sohbet etmek bu ülkenin en etkili tedavi yöntemidir.
  • Her ''cenaze dolayısıyla kapalıyız'' yazısının altına ''başınız sağolsun'' yazan biri vardır elbet.
  • Bu arada Teoman müziğe geri döndü.
  • Yukarıdaki maddeyi okudukça mutlu oluyorum.
  • Biri ne zaman karşıma geçip ''hayat bazen...'' ile başlayan cümle kursa, ben o an sağır oluyorum. Anlıyorum çünkü o boşluğun yerine bir klişe gelecek. Açacak sonra klişemetreyi, vuracak klişenin dibine...
  • Ayırmayı becerdiğiniz ''de/da'' eklerinizden öperim. Görüşürüz.

4 Aralık 2012 Salı

MAYALARIN İNSANLIĞA YAPTIĞI SON GOYGOY

Merhaba Dünya'nın etrafında dönen bir gezegenin yaşayan tek canlısı olacak kadar bahtsız okuyucularım.
Maya'ların insanlığa yaptığı son goygoy olan 21 Aralık kehaneti üzerine yalan yanlış bilgilerle dolu bir yazıya hoşgeldiniz...

Takvimleri 2012'de bitiyor diye göt tutuşturduğumuz, ancak kendileri takvimlerinden çok daha önce bitmiş olan kavme Maya'lar diyoruz sevdiceklerim. He ama astrolojide çok gelişmişler, rivayete göre altından dağları falan varmış, mimarileri de gelişkinmiş diye onları savunacak olursan vallahi foton kuşağına girmiş güneş gibi olur, solar giderim yanından...

Şimdi gelelim 21 Aralık olayına...
Bu canına yandığımın Mayaları, bundan 5000 yıl önce bir takvim yapmışlar. Ve bu takvim 21 Aralık 2012'de son buluyor diye de nedense bizim götümüz tutuşuyor. Lan bir kere takvim dediğin sona erer mi? Sen ne becerksiz bir uygarlıksın ki, sonu olan bir takvim icat ediyorsun? Hadi diyelim ki sen çok ileri görüşlü çıktın ve kıyameti hesapladın, bre vicdansız Maya o zaman neden bunu açıklıyorsun? Bırak millet huzur içinde yaşasın. Bırak spontane gelişsin olaylar...

Evet ben Maya'lara çok kızgınım! Ama ''Şirince'' saçmalığına inananlara daha fazla kızgınım!
Şöyle ki, İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı Şirince Köyü'nde bu yıl Maya takvimine göre “21 Aralık'ta kıyamet kopacağı, kıyametten İzmir'in Şirince köyünün etkilenmeyeceğine” inanan bir grubun ilgisi nedeniyle köyde kalcak yer kalmamış iyi mi?! Al sana ''kıyamet turizmi''...

Elbette bu durum benim saçmalıklarla dolu beynimde değişik fikirlerin oluşmasına da neden oldu biricik okuyucularım.
Mesela 20 Aralık akşamı ''Son yemek'' temalı bir etkinlik düzenlense, bunu yapanın cirosuna ciro katılmaz mıydı? Veya "sarhoş eden son kadeh" ya da "gelin birlikte yanalım" temalı bir parti düzenlenemez mi? Hadi yeterince günah işledik diyelim, 20 Aralık akşamı tüm camilerde "son namaz" sohbetleri, "cemaatle son buluşma" ya da ateistler ve hıristiyanlar için toplu dine geçiş törenleri "köprüden önce son çıkış" temasıyla beraber yedirilemez miydi? Bence olurdu... Hatta şimdi bile geç kalmış sayılmayız. Ne de olsa önümüzde bir 16 gün daha var... He ama bu fikirleri bi çalan olur, sonra ben bunu öğrenirim falan işte o zaman ahirette iki elim yakanızda olur bilmiş olun sevdiceklerim.

Son olarak diyeceğim şudur ki, heyecan yapmaya gerek yok. O gün de diğer günler gibi olacak. He ama olmadı diyelim, o zaman ahirette ona buna ''soruların cevapları sende var mı?'' diye soran bir tip görürseniz bilin ki o benim... :)

29 Kasım 2012 Perşembe

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:9)

Hi guys!
(Yok bu olmadı cidden. Bloğun ruhuna aykırı!)
Merhaba canciğer kuzu sarması, patlıcan kızartması, içli köfte ve daha niceleri tatlılığında olan okuyucularım. (bu sefer oldu evet!)
Yeryüzüne hangi amaçla gönderildiğim sorusuna bir kez daha cevap bulamadığım için gene kendimi bloğumun şefkatli kollarına attım. He ama bu sorunun cevabını buldum diyelim, gelir gene burada paylaşırım sevgili çikolatalı pastalarım. (Şuan kendime ''özet geç piç!'' demek istiyorum.)
Her neyse...

AÇLIK OYUNLARI

''23 senelik hayatımın hiçbir döneminde ''yiyorum ama kilo alamıyorum''culardan olmadım. Zaten öyle insanları da hiç samimi bulmam ben. Yiyosan kilo alacaksın yani. ''
-DEDİM VE KİLO ALDIM!-
Annemin iş arkadaşlarıyla girdiği iddiaya zorla sokuldum ve böylece ''Açlık Oyunları'' günlerim de başlamış oldu... Bu tehlikeli müsabakada umarım kazanan taraf biz oluruz sevgili şerbetli tatlılarım.   - Kısacası diyetteyim.-
Diyette olduğum kadar da gribim, nezleyim ve fazlasıyla pazartesiyim...

İŞSİZİM

 ''Üniversite mezunu işsizler'' kategorisine gireli 5 ay oldu ve ben delirmek üzereyim sevgili big boss'larım.
Her iş ilanında mutlaka bir ''deneyim'' çılgınlığına rastlıyorum ki, asıl beni delirten de o zaten...
(Ağladım deliceeee...)
He ama istesem en kral yerde iş bulamaz mıyım? Elbette bulurum. Ama çaktırmıyorum. Şirket CEO'su olacak kızım aslında ama başarı merdivenlerini teker teker çıkmak istiyorum. (Bu sefer ''yutturamadı'')

--------------------
... Sonra ben de ona dedim ki ''dünya'da milyarlarca insan var ve ben aşık olmak için seni seçtiysem, kusura bakma ama sen de beni sevmek zorundasın!''
--------------------
Gülüşünüzden öperim...




28 Kasım 2012 Çarşamba

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:15)

  •  Kendi kendimi eğlendirmek için çeşitli oyunlar icat etmekte ustayım. ''Çorbayı normal bir şekilde karıştırırken aniden ters yöne karıştırmaya başlayarak eğlenmek'' diye bir şey var mesela.
  • ''Şarkı dinlerken mutlu olup hayal kuranlar'' adında bir partim olsa mutlaka iktidara gelirdim ama gelmek istemiyorum. Yoksa yapardım yani, olurdu.
  • ''Bugün oraya hiç gidesim yok'' diyen taksici duyusallığı diye bir şey var. Gerçekten çok samimi bir şeymiş gibi geliyor bana. Mesela bunu bana bir taksici dese, ben oracıkta hemen bir sevgi pıtırcığı olur çıkarım.
  • Para üstü vermek yerine sakız veren bakkal gibi, para üstü vermemek için bir tur daha attıran taksici de samimidir. Bizdendir.
  • Facebook'da ''hangi ünlüye benziyorsun?'' diye bir uygulama çıkmış. Bakıyorum hanım kızımız %98 ihtimalle marilyn monroe çıkmış. Sonra acaba ben mi unuttum diyip google görsellerden marilyn'e bakıyorum, sonra gene kıza bakıyorum, gözlerim yavaştan kararmaya başlıyor ve bir kez daha facebook'dan nefret ediyorum...
  • Bıçağın ucuyla elma uzatan baba da samimidir.
  • Johnny Depp’in gözlerinin içine bakıp “korsana hayır” diyebilir misin sevgili Türk kızı? Bunu yapabilir misin?
  • Noldu kasımda aşk başkadır diyenler, kasımın sonuna geldik halen tık yok di mi?
  • Sene 1960... Tabi o zamanlar ben yokum. Dolayısıyla bir anım da yok ve sen bunu hala okuyorsun ya hani, yerim seni sevgili okuyucu :)
  • Yazı bitti.
  • Noldu birden? Bak gene yüzün düştü yapma... :(
  • Yazıyı bitiremiyorum, onu napalım?
  • Hadi bak bunu saymıyorum, bir dahakine çay da içelim...

26 Kasım 2012 Pazartesi

AŞKSAL ŞEYLER (VOL:2)

Merhaba kendi çölünde Mecnun olmayı başarmış okuyucularım.
Gönül işlerinde 5 altın kural vardır. (Kaynak: Leyla ile Mecnun'un İskender babası...)
  1. Eğer bir şansın varsa, sonuna kadar kovala. Asla vazgeçme.
  2. Olmadığın biri gibi görünmeye çalışma. Açık oyna. İlişkiyi çirkinleştirme.
  3. Tek motton şu olsun hayatta “sen çaldır beni ararım”.
  4.  Başka bir sevdiği varsa, araya girme. Yuva yıkanın, yuvası olmaz. Kızı -veya adamı- unut. Kendini arabeske ver.
  5. Gerekirse geberene kadar sevmeye devam et.
Anlaşıldı mı?
Evet...
  • ''Ben o çölden bir kere geçtim" derken, aslında kum havuzunda olduğunu fark edersin... O yüzden herkes kendi çölüne yakışır.
  • Aslında bazı şeyleri söylemekten çekinmesek çoktan mutlu mutlu yaşıyorduk. O yüzden kafadan ne geçiyorsa söylemek lazımmış ben onu anladım.
  • Bu arada Teoman der ki, ''çok kadın hiç kadındır oğlum. yalnızlıktır sonu.'' -bilin istedim.-
  • Duydum ki bağlanmaktan korkanlar varmış aranızda. Öyle saçma salak ''tenha'' moduna girmeyin, valla rezil ederim!
  • Hepimiz bu çölde minicik bir kum tanesiyiz. Eğer gidersek çöl hiçbir şey kaybetmez. Öyle kendini dev aynasında görmek yok yani tamam mı?
  • İsmail Abi der ki ''İnsan sevdiğinin gözünün içine bakar... Ordan anlar taa geçmişinin ne olduğunu. Biraz acısını paylaşır, sevincine şaşar.''
  • En zenginin bile fakirliğidir yalnızlık. der hırsız Yavuz...
  • Yalnızlık, geç kalmaktır. O kadar geç kalırsın ki, olmadık kişilerden sevgi dilenmeye başlarsın... Siz hiç yalnız kalmayın olur mu? Size ''çok seviyorum. sende bana ait bir kalp var, onu ne yapalım?'' diyen birini sakın bırakmayın.
  • Bu arada ''O GEMİ BİRGÜN GELECEK''

25 Kasım 2012 Pazar

ARKA MAHALLE ÇOCUĞU OLMAK...

Merhaba tetrislerde nadiren ortaya çıkan uzun çubuklar kadar değerli okuyucularım.
Fiziki olarak arkada olma zorunluluğu taşımasa da, çocuklarıyla her daim futbol maçı yapıp kavga ettiğimiz mahallelere ''arka mahalle'' diyoruz.
Arka mahalle çocuğu olmak, çocukluğu doya doya yaşamaktır aslında. Çünkü arka mahallede kavga vardır, attığın dayak kadar yediğin dayaklar da vardır... İp atlamak vardır, saklambaç ve yakan top vardır...
Yaz kış demeden sokakta terleyene kadar oynamak, susamak, koşa koşa çeşmeden su içip oyuna devam etmektir...
Diz kapaklarının yaradan kabuk bağlamasıdır.
Okuldan eve gelir gelmez çantayı eve fırlatıp sokağa koşmaktır...
Anneyi merakta bırakıp bas bas bağırtmaktır arka mahalle çocuğu olmak. Ve bu yüzden saçlarının çekilmesini göze alabilmektir...
Yan mahalledeki çocuklara karşı sırf aynı mahalledesin diye sevmediğin birini bile korumaya çalışmaktır...
Her allahın günü atmasyon oyunlar icat edebilmektir...
''Ali Ayşe'yi seviyoooooo'' diye dedikodu çıkartmaktır... Sonra gidip Ayşe'yi 3 gün sonra barışacağını bile bile bir güzel dövmektir...
Hayatında hiç okul servisine binmemektir... Okula mahalle arkadaşlarıyla gidip gelmektir.
Dünya kupası havasında mahalle maçları yapmaktır. Atılan golü platonik aşka armağan etmektir sessizce...
Sokak köpekleriyle arkadaş olmaktır.
Kar yağdığında heyecanlanıp, yokuş aşağı naylon bezle kayabilmektir.
Arkadaşlarla paraları birleştirip bakkaldan çikolata almaktır.
Çimlere uzanıp hayaller kurmaktır.
vs... vs... vs...
Arka mahalle çocuğu olmak 23 yaşına geldiğinde bile o günleri özlemektir... Bilgisayar başından kalkmayan minikleri gördükçe ''bunlar da çocuk mu lan?'' diyebilmektir...
En şanslı çocuk olmaktır aslında...

21 Kasım 2012 Çarşamba

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:14)

Ladies and gentlemen, may I have your attention please!
O değil de yazıya böyle başlayınca cidden havalı oldu değil mi?
  • Uçaklarda yapılan ''cabin crew slides armed and cross check'' anonsunun Türkiye'de bile inatla İngilizce yapılmasının yegane sebebinin Türkler olduğuna inanıyorum. Açılmayan uçuş takımlarını ''bişiy olmaz abi ya o meme yapmıştır kesin'' veya ''durun bir kapatıp açalım'' diyerekten tamir etmeye çalışacak bir çok yolcu çıkar eminim... Uçuş takımlarını vurarak düzeltmeyi önerecek olan kesimden bahsetmedim bile.
  • Ayrıca  ''cabin crew slides armed and cross check'' in alt metni aslında  "bacım bak bi daha gontrol edin, aman gözünüzün yağını yiyem, sonra açılmaz filan, bok yolunda ölmeyek" dir diye düşünüyorum.
  • Facebook'da kendi adına ikinci bir hesap açıp, kendiyle ilişkisi var yapan insan için ağladım bugün... :(
  • Gangnam style'cıları toplayıp fırınlarda yaksak ve sokakta yaşayanları ısıtsak mesela... Bakın bu önerimi bir düşünün bence.
  • ''Müteahhit'' kelimesi kadar zor bir şey var mı? İşte o yüzden ''mütayit'' diyip geçiyoruz.
  • ''The Godfather'' , ''Fight Club'' ve ''V for Vandetta'' iyi ki çekilmiş he. Bu filmler olmasaydı nasıl aforizma yazacaktı millet?
  • İzel - Çelik - Ercan'lı günler vardı bir zamanlar. Kocaman deri montlarıyla şarkı söylerlerdi. Sonra dağıldılar ve kirlendi dünya.
  • Google da ne çok şey biliyor he.
  • Gerçi Yandex de öyle ama bir Google değil sanki.
  • ''New York Times'' ne kadar havalı değil mi? Ama de bakalım şimdi ''New York Zamanları'' diye... Olmadı dimi? Olmaz tabi.
  • Kılcal damarlarından öper, annene babana selam ederim.

12 Kasım 2012 Pazartesi

KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ BAKIMINDAN AYLAR...

Merhaba küçükken ''o kahveyi içersen nişanlın kara olur'' diye korkutulmuş bahtsız nesil.
''1 yıl = 12 ay = 52 berbat hafta = 365 gün'' isimli önermemi destekler nitelikte bir yazı olacak bu.
Herkes yerini aldı mı? Göt loblarınız rahat mı? Öyleyse başlıyorum...
  • OCAK: ''31 çeken aylar''ın başında gelir. Bu sebeple cenabet olmasından mıdır nedir, bu ay genellikle kötü geçer. Kıştır, soğuktur, sevilmeyendir.
  • ŞUBAT: Erken boşalan ay. 4 yılda bir 29, diğerlerinde ise 28 çektiği için karakterinde belirgin bir dengesizlik mevcuttur. Bu yüzden eksiğini ''Sevgililer Günü'' ile kapamaya çalışır. Bu yüzden şubat ayının ilk iki haftası sevgili aramakla veya malum sevgiliye ne hediye alınacağına karar vermekle, son iki haftası da işleri yolunda gitmeyenler için hüzünlenmekle geçer.
  • MART: Kedilerin gelişini çiftleşerek kutladığı ''31 çeken aylar'' dan biridir. Hakkında ''Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır'' tabiri yapılmış olsa da, kış mı yoksa ilkbahar mı olduğuna bir türlü karar veremez. Karaktersizdir. Manik depresiftir, bir türlü bitmek bilmez.
  • NİSAN: ''Nisan mayıs ayları, gevşer gönül yayları'' özlü sözünü bünyesinde bulunduran, şıpsevdi bir aydır. Bahar yağmurlarının olması nedeniyle gene fazlaca aşık bünyeler tarafından ''romantik'' olduğu söylenir. Bu yüzden fazlaca melankoliktir.
  • MAYIS: ''31 çeken aylar'' kategorisine aittir. Baharın iyiden iyiye yaşandığı, şenliklerin ve festivallerin ayıdır. Buna rağmen kafası çok karışıktır. İşçi bayramı, Türkçülük günü ve Denizler'in idamı bu ay içindedir...
  • HAZİRAN: Yazın başlangıcını simgeler. Bu ayda ölmenin zor olduğu söylenir. Asla temmuz kadar sevilmeyecek olandır.  
  • TEMMUZ: ''31 çeken aylar'' ailesinden, yaz aylarının neşeli çocuğudur. Bu ay içinde doğmamdan ötürü ''kutlu doğum haftası'' nı da bünyesinde barındırır. Konserlerin, festivallerin ve deniz-kum-güneş üçlüsünün en yoğun yaşandığı aydır. Severiz kendisini.
  • AĞUSTOS: ''31 çeken aylar'' gillerden olan, yılın en tuhaf ayıdır. Yaz bitmek üzeredir. Garip bir durgunluk vardır. Kimlik bunalımı yaşayan ergen gibidir ağustos.
  • EYLÜL: İlk 23 günü yaz, son 7 günü sonbahara ait olan ay. Garip bir şekilde hüzünlüdür. Tatillerin bitişiyle tekdüze hayatlarımıza hep bu ay içinde döneriz.
  • EKİM: ''31 çeken aylar'' familyasına ait, artık yavaştan üşümeye başlayacağımızın habercisi olan aydır. Biraz kaypaktır aslında. Nerede ne yapacağını kestiremezsiniz. Yalancı ve güvenilmezdir.
  • KASIM: Klişelerin baş kahramanı olan aydır. ''Kasımda aşk başkadır'' diyerekten reklamını yapar. Hayır yani kasımda aşk başkadır diye kasımı bekleyen var mı aramızda gerçekten? Bana göre yılın en belalı ayıdır. Ergenlerin ve fazlaca aşık bünyelerin halleri yüzünden insana sinir krizlerinin allahını geçirtir.
  • ARALIK: ''31 çeken aylar''ın sonuncusu. Yılın son ayı olması nedeniyle bir şekilde hep yeni kararlar alma, bir şeylere son verme, bitirme veya yeni bir sayfa açma duygusunu yaşatır. Yılın en'leri ve en saçma anketleri hep bu ay içinde yapılır. Yılbaşı gecesi telaşı da bu ay içinde yaşanır. Diğer ayların abisi konumundadır. Ağırbaşlıdır.
İşte gerçekleri öğrendiniz. Şimdi yavaşça oturduğnuz yerden kalkın ve halkın arasına karışın... asdafsda =) BEN BU YAZILARI BİTİRMEYİ BECEREMİYORUM YA LA!!!

11 Kasım 2012 Pazar

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:13)

Merhaba yumrulu begonyalarım.
  • Klişe ilişkilerin vazgeçilmez unsuru, 11 ayın sultanı ''Kasımda aşk başkadır'' ayında olduğumuz süre boyunca psikolojik destek için bloğuma başvuru yapabilirsiniz.
  • Söyler misiniz acaba böyle bir hizmet hangi blog'da verilir? Gene de yaranamıyorum anam!
  • Tabağa itina ile dizilmiş yaprak sarmalardan birini arakladıktan sonra, yenildiği belli olmasın diye geriye kalanları usulüne göre yeniden düzenleme çabasının yaşattığı büyük gerilimi bugüne kadar hiçbir şey yaşatmadı bana.
  • ''hiçbir şey'' yazarken yaşanan sıkıntıya ne demeli peki? ''hiç bir şey'' - ''hiç birşey'' vs. vs... O ''bir'' in yerinde olmak istemezdim doğrusu. Hep bir parça mahzun, hep bir kenara itilmişlik duygusu...
  • Karşıma ayağında sandaletleriyle bir bilge çıksa ve bana mutluluğun anlamını açıklasa hemen ''sen orada dur hacı! önce git bir ayağına doğru düzgün ayakkabı giy! bu ne ciddiyetsizlik lan?'' derim. Dedikten sonra da olay yerinden koşarak uzaklaşırım.
  • ''Peyniri eksik bir rakı masası kadar yalnızım.'' cümlesindeki gizli ayyaşı bulabilir misiniz?
  • Bazen bana derdini anlatan arkadaşlarıma ''aşık olduğun adamı ve çektiğin sıkıntıları bir kenara koy da öyle konuşalım'' demek istiyorum. Sonra tabii gerçeklere dönüp sırt sıvazlama kısmına geçiş yapıyorum.
  • Sinek ilacı sıkan belediye aracının peşinden koşan tüm arkadaşlarım birer sevgi pıtırcığı olup çıktılar da, bu canına yandığımın sinek ilacı bir bana mı dokundu acaba?
  • ''Uçamayan kuşların hüznü'' isimli bir belgesel çekerek tavukların sorunlarına ışık tutmak istiyorum.
  • ''Bir ara görüşelim. Özledim valla.'' cümlesindeki samimiyetsizi bulabilir misiniz?
  • Görüşürüz gene. Saymadım bak bunu...

9 Kasım 2012 Cuma

AŞK KLİŞELERİ SEVER...

Merhaba yemelere doyamadığım balık krakerlerim.
Yönetmenlerin ve senaristlerin korkulu rüyası olan ''Popüler Kültür Çöplüğü Film Kuşağı'' nın otopsi masasında bu hafta ''Aşk Tesadüfleri Sever (2011)'' isimli film var...
  • 1977 yılının Ankarasında başlıyor hikayemiz. Hamile karısını hastaneye yetiştirmeye çalışan adamın yaptığı kaza ile öndeki arabada bulunan hamile kadın da erken doğum yapar, ve böylece iki bebek aynı gün dünyaya gelirler. Bu kaza ile ilk kez bir araya gelen Özgür (Mehmet Günsür) ve Deniz (Belçim Bilgin) için tesadüflerin ilki böylece yaşanmış olur.
  • Daha sonra çocukluk ve ilk gençlik yıllarında da yolları kesişen Özgür ve Deniz, birbirlerinin çocukluk aşkı olurlar. Ancak hayatlarının rotası bir şekilde değişir ve birbirlerinden ayrı düşerler. Bu sırada Özgür'ün elinde sadece Deniz'in küçüklükten kalma bir fotoğrafı vardır.
  • Aradan 25 sene geçer ve birbirlerini gene tesadüf eseri bir resim sergisinde bulurlar.
  • Bu arada Özgür bir kalp hastasıdır. (oooo çiiiğğzzzıııııızzzz!)
  • Gecikmeli de olsa aşklarına başlayan çiftimiz çok romantik anlar yaşarlar.
  • Bu sırada Özgür gene bir resim sergisinde fenalaşarak hastaneye kaldırılır ve aynı akşam da esas kızımız kaza geçirmiştir. Özgür'ün ihtiyacı olan kalp Deniz'de vardır. Deniz ölür, onun kalbi Özgür'e verilir. Herkes ağlar ve film biter.
Şimdi gelelim asıl meseleye...
  • Bu film ilk yayınlandığında ergenlerin hafızalarından henüz silinmemiş olan bir ''Issız Adam'' travması daha yaşayacağımızı biliyordum bebekettolarım. Elbette kızlarımız Mehmet Günsür'e deli divane olacaklardı. Elbette filmin aralarına konan popüler müzikleri defalarca facebook profillerinde paylaşacaklardı. Elbette her önlerine gelen erkeğe ''sen nerdeydin şimdiye kadar?'' diye soracaklardı... Hepsi güzel, hepsi hoş. :)
  • Ayrıca film sırasında Deniz'in uzun süreli bir ilişkisi vardı ve onu Özgür'le aldatarak terkediyordu... Yahu bu senaristlerin aşk içinde ihaneti masum gösterme çabaları neyin nesidir?
  • Şimdi hikayeyi bir de şöyle düşünelim... Yıllar sonra çocukluk aşkınla karşılaşıyorsun. Çocukluk aşkın şişko ve çirkin biri olup çıkmış. Sen onu gördüğün o ilk an karakterini merak eder misin sahiden? O zaman ne olacaktı? Çocukluk aşkın o kadar da çekici gelmeyecekti gözüne değil mi? ''Nyse görşrz annene slmlaaaar'' diyip giderdin değil mi? Ah sen ne anasının gözüsüüüün, ah sen ne çıkarcı birisiiiiin!!! İşte gerçekler bunlar sevgili okuyucu. Hayatta tesadüfler de olabilir ama ''gerçek'' denilen şey tek ve asla değişmez olandır. Bu yüzden filme kısaca ''bu dediğin sadece filmlerde olur bebeğiiiimm'' demek istiyorum.
  • Ayrıca tesadüfün bu derece cılkını çıkaracaktınız madem, filmin adını da ''tesadüf'' neyin falan koyaydınız ya keşke... Çünkü film içinde geçmişe dönüşler o kadar fazlaydı ki, ''aşk'' çok geri plandaymış gibi geldi bana. He ama Mehmet Günsür çok aşık bakıyordu o ayrı... :)
  • Bu filmden kendime çıkardığım en önemli mesaj organ naklinin gerekliliği oldu. Evet, organ nakli güzeldir. Hayat kurtarır falan.

7 Kasım 2012 Çarşamba

TEOMAN İLE SOHBET

Merhaba hepsi birer browni intense tatlılığında olan okuyucularım. Emre Aydın ile sohbet yazımın ardından gelen milyonlarca rica mesajından sonra, bu hafta da Teoman ile tesadüfen yaptığım muhabbet şeyini paylaşmaya karar verdim.

Ben: Pardon saat kaç acaba?
Teoman: Saatim yok. Tam olarak bilemem. Biraz bira, biraz şar...
Ben: Ohaaa!!! Teoman? Nasılsın?
Teoman: Kayıp bir bavul gibiyim hava alanında.
Ben: Haa anladım. Ben de işte böyle...
Teoman: Sus konuşma! Sözler kimin umurunda? Son bir öpücük yeter açık yaralarıma.
Ben: Şimdi sen öyle diyorsun ama ayıp oluyor cidden.
Teoman: Şampiyonum sanırken diskalifiye olduğumdan. İşte sevgili bayan, tüm gevezeliğim bundan.
Ben: Tamam o zaman sorun yok. Bu arada ileride polis çevirmesi var sanırım. Onu napalım?
Teoman: Arabayı sen kullan demiştim içkiliyim, boşver yutalım şeritleri bas gaza dedin.
Ben: Ben mi demişim? Ya bırak allasen Teo! Sarhoşsun saçmalıyorsun!
Teoman: Sarhoş olsak ya kimiz unutsak ya bulut olup iç içe bardaktan boşalsak ya...
Ben: Anlaşıldı tamam! Evin nerede söyle bari de bırakayım seni pis sarhoş!
Teoman: Evimin yolu beni unutmuş otellerin soğukluğunda.
Ben: Tey allaaam! Taksi kaç yazar acaba otele kadar?
Teoman: Eğer sever gibi sarılırsan bu vücut sana bedava.
Ben: Olum bak sapıttın iyice sen! Tanıyamıyorum artık seni!
Teoman: Tanırsınız benim gibilerini boş sokaklardan. Çizgilere basmadan yürümeye çalışan insanlardan.
Ben: Hahahah. Lan baksana şu ilerdeki kız sana bakıyor =)
Teoman: Güzel vücutlar boş suratlar, benimse yenmiş tırnaklarım titrek ellerim var.
Ben: Neyse gel bir şeyler yiyelim.
Teoman: Aşk kırıntısıyla doymaktansa tek başıma aç kalırım bu hayatta.
Ben: Ne desem olmuyor ya! Düş yakamdan o zaman olum. İyi ki bi karşılaştık!
Teoman: Motosikletli kız günlerdir seni bulmak için buralardayım, sen yoksun.
Ben: Motosiklet yok ama cidden bekliyor muydun beni?
Teoman: Bir şey olacağı yok ama insan bekliyor, bekliyor işte.
Ben: Hiç kıyamam. Fakat ben başkasını seviyorum be Teo...
Teoman: Yalan söyleme. Bak gözlerime. Bitmiş olamaz...
Ben: Yok ya... Sen git bir duş al en iyisi.
Teoman: Saç telin vücudumdan küvete aktığında, içindeyim içimdesin, anladım... Aşk kanımda, kasıklarımda.
Ben: Artık cidden çakıcam ama he! Git duş mu alıcaksın, aşk kırıntısıyla mı doyacaksın, ne yaparsan yap lan!
Teoman: Pardon ama herhalde bizim de bir gururumuz var. Nefret et ama acıma yeter ki istediğin kadar...
Ben: Ya ben gideyim o zaman...
Teoman: Çok geç olmadan dön bu yollardan...
Ben: Eee?.. Hadi by by.
Teoman: Ah kardelen, uçup gittin elimden...

6 Kasım 2012 Salı

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:8)


... Hey sen! Sakın ardına bakma ve şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle! GERİ DÖNDÜM!
Karanlık gecelerinizin parlak ışığı, kendini bulunmaz hint kumaşı zanneden ve pardon ama zaten bulunmaz hint kumaşı olan ben... GERİ DÖNDÜM bebekettolarım! Şimdi o koca kıçını kaldır ve bu haberi tüm federallere bildir!!!11!!!bir!!bir!!!bir!!! (abarttım tamam)

Bu bir ay içerisinde nerede miydim? Elbette gene insanlık için büyük, kendim için küçük adımlar atı...asdsfadag =) Şaka lan şaka =) İnternetim kesildi önce. Kahroldum. Çok acı çektim...
Daha sonra küllerimden yeniden doğdum ve ''acı yok Rocky!'' diyerekten kendimi güzel yurdumun Mersin adı verilen şehrinde buluverdim.
İşte aklımda kalanlar...
  • ''Herkes gider mersine, ben giderim tersine'' cümlesinden yola çıkarak, oraya gerçekten varıp varamayacağımı merak ettiğim saniyenin binde birini kapsayan zaman diliminde kendimden utandığım doğrudur.
  • Mersin esrarengiz bir şekilde hep sıcak sevdiceklerim. Hayır yani acaba şehrin içinde alttan ısıtmalı kombiler falan var da biz mi bilmiyoruz? Koskoca kasım ayı gelmiş, biz İstanbulda kestane pişirirken ordakiler sahilde ''Akdeniz akşamları'' modundalar.
  • İstanbul'da yaşayan biri için fazlasıyla ucuz bir yer Mersin. Orada 5 TL'ye fön çekiyorlar ya la!!!
  • Trafik lambalarının konu mankeni olarak kullanıldığı şehir. Böyle karşıdan karşıya geçmek için tamamen içgüdülerinize güvenmek zorundasınız.
  • Minibüs şoförleri oldukça cool insanlar. ''Abi ben buranın yabancısıyım. Beni Kipa'ya gelince uyar.'' dersiniz, hafifçe kafa sallarlar fakat asla uyarmazlar. Allahtan yolcular insaflı da haber veriyorlar...
  • İnsanların kışlık yakacaklarını sahilde bulunan tahta banklardan çıkardıkları yer... Bilmem kaç kilometrelik sahilde oturacak sağlam bir bank bulmak cidden zor. Hepsi bir şekilde ya parçalanmış, ya da hunharca parçalanmaya çalışılmış. Bir de sahilde bulunan heykellerin üzerine yazılan yazılar var ki, oraya hiç girmiyorum yiğidolar...
  • Güvenlik anlayışında çığır açmış bir üniversiteye sahip şehir. Şöyle ki, Mersin Üniversitesi'nin girişine kadar gelen minibüs ters bakışlı bir güvenlik görevlisi tarafından durdurulur ve ''sen! sen! ve sen! inin aşşağıya! in! in! in bakayım! ne için geldin sen? nerde okuyosun? kartın nerde senin? go-go-go!!!''... asdafsfa =) şaka lan şaka =) Hani o kadar değil ama ona benzer bir durum oluyor işte... İlim irfan yuvasına gelen genç zihinler kapıda inip bir durak sonra yeniden aynı minibüse biniyorlar ya la! Hayat çok garip, vapurlar falan... =)
  • Forum Mersin adı verilen bir alışveriş merkezi var. Yani çok alışveriş merkezi var ama ben orayı biliyorum. =) Neyse işte buraya girerken gene İstanbuldaki gibi falanca ışınlar tarafından aranacağımızı düşünürken ''hoşgeldiniz'' diyen bir güvenlik görevlisine rastlayınca fazlasıyla şaşırdım. Ya ben bir ajansam? Ya orayı havaya uçuracaksam? Peki ya sütyenimin içinde kesici alet taşıyorsam ve millete saldıracaksam? Bunları düşünen yok tabi... Veya benim o şapşal suratıma bakınca ''bundan bir zarar gelmez'' demiş de olabilirler...
  • Onu bunu boşverelim de, kebap iyiydi be...
  • Bir de şey vardı... Hani böyle bazı anlar vardır, kendinizi güvende ve oraya / o kişiye ait hissedersiniz... Heh işte öyle bir şey... Hava daha bir sıcak gelir, güneş gözlerinizi kamaştırmasa bile sizin gözleriniz kamaşır gibi olur ve sebepli sebepsiz gülerken yakalarsınız kendinizi... Bir de elleriniz terler ya hani... Burnunuzun ucunda bir tatlı koku olur ve siz gözlerinizi kapayıp kendinizi o kokuya doğru giderken bulursunuz... Sonra o yollar kaybolur gözlerinizde. Sesler de duyulmaz olur. Ağzınızdan çıkan kelimelerin pek bir önemi kalmaz mesela... Ve siz sadece ''mutlu'' olursunuz...
  • Ne anlatıyordum ben? Evet... Mersin diyorum, aslında güzel bir yermiş...

5 Ekim 2012 Cuma

ROMANTİK ''KOMEDİ'' Mİ ACABA?


Merhaba Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayı kendine yediremeyen okurlarım. Bir ''Popüler Kültür Çöplüğü Film Kuşağı'' yazısında daha huzurunuzdayım. Bu seferki kurban filmimizin adı: ''Romantik Komedi - Aşk Tadında'' (2010)

Bilindiği üzere romantik komedi türündeki filmlerin ana temasını önceki ilişkilerinden illallah etmiş bir adet kız ve erkeğin beklenmedik şekilde birbirlerine aşık olmaları oluşturur. Bu aşık olma süresince bolca saçmalayan taraflar komik olduğu düşünülen bir takım olayların içine girerler ve filmin finalinde sevişerek rahatlarlar. Böylece her manada ''mutlu son'' yaşanmış olur ve izleyiciler hoşça vakit geçirmiş sayılırlar. (Gördüğünüz gibi çok derin bilgilere sahip biriyim.)

Bloğumun otopsi masasına yatırdığım filmimizde ise durum elbette aynı...

  • Esra, Didem ve Zeynep üç yakın arkadaştır. Metropolde yaşayan bu üç yalnız ''sex and the city'' kızının ''akıllı'' kategorisine giren Zeynep'in evlenmesiyle hayatlarında bir takım değişiklikler olur.
  • İstemediği bir işte çalışan grubun ''mantıklı ve aşık olmaya müsait'' kızı Esra istifa ederek bir reklam ajansında işe başlar ve ''yeni bir iş, yeni bir aşk'' diyerekten kötü giden ilişkisinide sona erdirir. Bu sırada yeni girdiği ajansın kreatif direktörü Mert'e aşık oluverir.
  • Grubun ''dünyaya pembe gözlükleriyle bakan en şıp sevdi'' kızı Didem ise Mert'in arkadaşı ünlü oyuncu Cem'den etkilenir.
  • Bu arada filmin erkek grubunun kankası ise Yiğit adı verilen bir casanova'dır. Kendisinin şu repliği akıllara zarardır:
Yiğit: abi ne yapıcan biliyo musun, ikisini birden idare ediceksin.
+ olmaz olum ya, ya anlarlarsa?
Yiğit: çakmıyolar be abi, sen onlara çakıyosun!
  • Mert ise iş yerindeki ortağı Yeşim ile bir al gülüm ver gülüm ilişkisi yaşamaktadır. Fakat bu elbette Esra'dan etkilenmesine engel değildir. Onu eve atmasına, ''sadece sarılarak uyuycaz söz'' diyip iki arada bir derede kızcağızı pompalamasına engel ise hiç değildir.
  • ''One night stand'' konumuna düşen Esra, sabah olunca tüm gün Mert'in aramasını bekler ancak Mert aramaz. Çünkü Mert ıssız adam. O ne malın gözüdür oooo!
  • ''Bir kadın böyle bir not yazıyorsa eğer, sana aşık demektir ve sen bu notu bulduğunda gülümsüyorsan eğer sende ona aşıksın demektir ama gülümsemene ragmen böyle bir kadını elinden kaçırmışsan eger salaksın demektir!'' diye bir not bırakarak Mert'e ayarın kralını yapan Esra, "aşkı ya yaşarsınız ya yazarsınız. anlayacağınız ben yazmak zorunda kalanlardanım" diyerek işsiz günlerinde bir kitap yazmaya başlar. Kitap elbette tutar.
  • Yaptığı yanlışı anlayan Mert ise allem eder kullem eder kendini Esraya affettirerek herkese bir mutlu son yaşatır...
Filmin olayı bu kadar sevdiceklerim. Şimdi ağzımı açıyorum!..
  • Bu filmin yapım aşamasında kesinlikle böyle yönetmen ve senarist oturmuşlar şöyle demişler...
+ abi kim var şuan ünlü?
- ıssız adamdaki adam, selenadaki kız, bla bla bla var efendim.
+ tamam işte toplayın şunları film çekicem ben!
- sex and the city çakması yaparız kesin yerler zaten. sonra gelsin paralar, gelsin hatunlar...
  • Senaryo ve film müzikleri gayet başarısız.
  • Film aşkı anlatıyor gibi görünse bile aslında ''hayatı bok gibi olan yalnız metropol kızının zengin ve yakışıklı adamla olan entrikalı aşkı''nı anlatıyor.
  • Bu romantik komedilerde neden hatunların hepsi kitap çıkarıyor arkadaş? Bir de hepsi mutlu oluyor sonra yani. Hayır bak cidden demek ki bende bir sorun var! Ben niye böyle yapamıyorum la? Niye romantik komedi olamıyorum? Kafamda deli sorular...
  • Bir de nolur artık bu klişelerden vazgeçilsin artık ya... Bir Bridget Jones olmasa bile hiç olmazsa azcık yaratıcı olun be... Size The Lord of The Ring çekin diyen de yok ki anam...
  • Filmde komik diyebileceğim tek ayrıntı kızların gay arkadaşlarıyla yaptıkları bir iki muhabbetten ibaretti. Yoksa Romantik ''Komedi'' mi ki acaba?..

3 Ekim 2012 Çarşamba

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:12)


Merhaba Rapunzel'in saçları kadar havalı olan okuyucularım.
  • Geçen gün Taksim'de yürürken 23 senelik hayatım boyunca hayalini kurduğum bir olay gerçekleşti sevdiceklerim. Fazlasıyla heyecanlı bir turist tarafından durduruldum ve ''excuise me. where is Sultanahmet?'' sorusuna maruz kalan şanslı insanlardan biri oluverdim... Tam da ''turkish delight'' kıvamında bir kız moduna girecektim ki aklıma fena fikirler geldi. Adeta bir melek - şeytan kapışması yaşadım içimde... Bir yanım - ki kendisine kısaca ''kör şeytan'' diyebiliriz.- gönder şu godiği yanlış tarafa dolaşsın dursun derken, diğer yanım - ki kendisine kısaca ''melek'' diyebiliriz. - doğru yönü tarif et ve türk insanının ne kadar misafirperver olduğunu göster diyordu... Ben tam bu sorulara cevap arıyordum ki ağzımdan ''go go go and turn left and go go go'' gibi bir şey çıktı. LAN?! BENİM İNGİLİZCEM NEREME KAÇTI LAN?!
  • İşte bu da böyle bir anımdır. (: (aqladım deliceeee!)
  • Bazen başım o kadar çok ağrıyor ki beynimin içinde büyük bir tümörüm olduğunu hayal ediyorum. Eğer öyle bir şey varsa kendisinin huyunu merak ederim. İyi huylu mu acaba? Kötü huylu bile olsa ''kendisi iyi ama arkadaş çevresi kötü'' diyerekten savunabilir miyim ki? Hem tümör dediğin iyi huylu olmaz ki. İyi huylu olsa adı tümör olmaz bi kere değil mi? Cidden çok kararsız kaldım şuan.
  • Allahın varlığını veya yokluğunu ispatlamaya çalışan ne çok insan var değil mi? Bence Allah dev ekran televizyonunda bunları izleyerek çok eğleniyordur. Şimdi elbette ''fetva mode on'' yapmak değil amacım ama geçen gün fazlasıyla dindar bir arkadaşımla girdiğimiz sohbette kendisi ''allah öyle ince bir sistemde dünyayı yaratmıştır ki, dünya yerinden bir milim oynasa güneş hepimizi yakar.'' tarzında bir şey söyledi. ''Böyle şey mi olur?'' demeyeceğim ama madem öyle bundan böyle evde zıplamıyım diye düşündüm. Malum cıssss oluruz falan. Gerçi bu arkadaşın bahsettiği belki de ahiret uzunluk ölçüleriyle alakalı olabilir. Belki de cenabul rabbim öyle ince bir hesap yapmıştır ki, ben zıplayınca dünya yok olmaz. (:
  • Bazı insanlar keşke annesinin yaptığı doğum kontrol testinde negatif sonuç çıkarsalardı da hiç gelmeselerdi bu dünyaya. Bu çok mu ağır oldu ki? Bence hayır.
  • Bazen kendimi Amerika vatandaşlığından atılmış Captain America gibi hissediyorum. Öylesine yapayalnız işte...
  • Ödev hazırlarken bazen o kadar saçmalardım ki kaynakça olarak ''götüm'' yazmak isterdim.
  • Şimdi ben böyle rahat rahat oturuyorum burada ama ya bir şekilde gizli bir örgütün en gizlisinden bir sırrına şahit olsaydım? Ya federaller tarafından kırmızı bültenle aranıyor olsaydım?
  • Borsaya neden ''kara borsa'' denildiğini bilen varsa söylesin nolur...
  • Hadi öptüm bak görüşürük.

29 Eylül 2012 Cumartesi

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:7)


Merhaba sayın okuyucu.
Daha önce sizinle yatmış mıydık? - asdafsda olmadı bu evet -
Naber?
Bazen hayatta her şey öyle bir tersine dönüyor ki, Allah'ın espriyi abarttığını düşünüyorum. Hatta buradan Allaha beni neden Türk usulü sevdiğini sormak istiyorum... Çünkü kendisi hem seviyor hem de dövüyor...


Olumsuzluklarla ilgili bomboş kanunları olan Murphy bile benim durumuma gülüyordur diye düşünüyorum. Allah o Murphy'nin belasını versin zaten! Bu yüzden ''Arka Sokaklar'' adı verilen manasız dizinin o ünlü Rıza babasına gidip ''adam pisliğin teki çıktı Rıza baba!'' demek istiyorum... Gerçi adam öldü ve arkasından konuşmak feci derecede günah olabilir ama adam malesef haklı be...

Ayrıca şimdi kolumda ve bacağımda bulunan sivrisinek ısırıklarını görünce aklıma geldi... Geçen gece telefonda konuşurken bir tane sivrisinek koluma kondu. Nasıl ısırıp kan emeceğini merak ettiğimden durup izlemeye başladım. Böyle o kadar itinayla yaptı ki işini, hemşireler o kadar dikkatli olsalar eminim ki dünyada iğneden korkan kimse kalmazdı. Neyse... Kendimi kobay olarak kullandırttığım sivrisinek işini bitirince yanımda kalmaya devam etti. Artık benim kanımı taşıdığına göre aramızda bir bağ oluştuğunu düşünerek gene ses çıkarmadım. Adını 0.5 koydum... Kendisine ''yarın gece aynı yerde, aynı saatte'' diyerekten buluşma sözü verdim. Artık bu noktadan sonrası hayırlısı be gülüm...

Bir şey daha, canımın sıkıntısı aslında o kadar büyük ki o yüzden bu kadar saçmalıyorum...
Sıkıntının gerçek sebebini bile yazamıyorum, çünkü yapabileceğim bir şey yok.
Olsaydı zaten yapardım...

''Biraz gevşetebilsem göğüs kafesimi, dokunup durdurabilsem attığın yeri...'' diyerekten bir şarkı mırıldanıyorum şuan...

Son olarak böyle şeyler yazanlarla hep alay etmiştim hala da ediyorum. O yüzden okumayın. Gerçi bu cümleye kadar geldiyseniz okumuş olma ihtimaliniz de kuvvetle muhtemel ama ben olsam ''özet geç piç!'' diye yorum yazardım.

Özeti de şu, yani bu yazının teması şu ki,
Hiçbir şey...
Ben sadece size ''merhaba'' demek istemiştim...

26 Eylül 2012 Çarşamba

İNCİR REÇELİ İLE İSYEEAAN


Merhaba hepsi birer tadelle tatlılığında olan okuyucularım.
''Tenha Adam ve Yaratıcılık Sınırları'' ile başladığım ''popüler kültür çöplüğü film kuşağı''na ''İncir Reçeli'' adı verilen travmatik film ile devam ediyorum...
Filmin yayınlanmasının ardından 2 sene gibi bir zaman geçti sanırım. Bu 2 sene içinde ergenlerin yeterince İSYEEEAAAN ettiklerini düşünerek bu yazıyı yazmaya cesaret edebiliyorum.
Başrol oyuncuları Halil Sezai Paracıkoğlu (Metin) ve Melike Güner (Duygu)...
  • Metin tv'lere skeç yazan 3. sınıf beceriksizliğinde bir yazardır. Tek başına yaşayan, depresif ve fazlasıyla gereksiz biridir.
  • Duygu ise üniversiteyi yeni kazanan her gencin hayalini süsleyen ''rahat kız'' profilinde biridir. Bardan kaldırılma olasılığı yüksek olan, kısa saçları kızıla boyalı fakat parası yetmediğinden olsa gerek kaşları kapkara dolaşan, bol dekolteli, bereli ve köpekler gibi aşık olmaya her daim hazır bir kızdır...
  • Beceriksiz skeç yazarı Metin'in efkarlanıp gittiği barda artık sarhoşluktan nevri dönmüş Duygu ile tanışmasıyla başlayan hikayemiz, Metin'in Duyguyu eve atmasıyla derin manalarla dolu bir noktaya taşıdı hepimizi değil mi? Ben tam ''aha bak kızın gazozuna ilaç neyin atmasına da gerek kalmadı! şimdi evire çevire... öhöm neyse!'' diyecektim ki bizim sarhoş Duygu ''sevişmek yok, sevişmek yok.'' deyü deyü sayıklamaya başladı... Tabii Metin çok iyi bir insan olduğu için kıza elleşmedi...
  • "hiç yadırgamadım yüzünü, inan çok tanıdık. gönlüme hoşgeldin sevdiğim, kusura bakma ortalık biraz dağınık" , ''incir reçeli güzeldir'' , ''günaydın sol yanım'' ve ''babalar her zaman haklı değildir'' gibi ergence cümleleri post-it lere yapıştırıp evin değişik yerlerine asan Duygu şıppadanak Metin'i kendine aşık etti tabii...
  • Lan yemin ediyorum ben bu işlerden anlamıyorum! Demek her önümüze gelene post-it yazsak herifler aşık olacak... Zalımsın dünya!
  • Esas kızın durmadan ortalardan kaybolmasına içerleyen esas oğlanımız kızı takibe alır ve yaşlı bir adamın evine gittiğini görür... Sonra bunlar tabii kavga ederler. Yok efendim senin olun zevklerin varmış diyerekten kıza sataşır falan. Kız da tabii hemen lafı yapıştırır, ''Asıl ucuz olan, beş kuruş vermeden yapıştırdığınız yargılarınız!'' Gidere bak? Breh breh breh... Meğer o adamda babasıymış iyi mi?
  • Tabii bu olanlardan sonra bizim Duygu'nın AIDS olduğu ortaya çıkar ve film adeta Ferdi Tayfur filmleri kadar acı bir hal alır...
  • Ölümünü çoktan kabullenmiş olan kızımız gene ortadan kaybolur ve 3. sınıf skeç yazarı Metin'in kaşık kaşık İncir Reçeli yemesine neden olacak kadar ağır bir depresyona girmesine neden olur.
  • İSYEEEAAAANNN ede ede şarkı söylenen bir de sahne vardı ki, sanırım her gencin Facebook profilinde paylaşılmıştır...
  • Bu depresyon içinde evine kapanan Metin, melankolinin dibine vurarak bir film senaryosu yazar ve iş tutar. Parayı bulur. Karıya kıza giderek Duyguyu unutur! afsfahsgaja =)) Şaka lan şaka =) Adam kızı unutmadı...
  • Konu belki daha farklı işlenseydi, ergen tribinden uzak kalınabilseydi kesinlikle daha iyi olabilirdi. Ancak bana gerçek olamayacak kadar saçma geldi bu film. Sanki filmi yapmadan önce 1000 tane üniversiteli gence sorduk, 1000 popüler cevap aldık tarzından yola çıkmışlarda film senaryosu öyle yazılmış gibi geldi...
  • Bu arada biri yönetmene prezervatif gerçeğini açıklasaydı iyi olabilirdi değil mi?
  • Bir ''Popüler Kültür Çöplüğü Film Kuşağı'' nın daha sonuna geldik.
  • Bu arada İncir Reçeli sizdiniz sevgili okuyucularım... (kalp kalp kalp)


24 Eylül 2012 Pazartesi

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:11)


Merhaba daldan dala konmaktan zevk alan okuyucularım.
  • ''Daldan dala konarken zevk almak'' durumunu düşündün değil mi? O halde amacıma ulaştım sevgili okur.
  • Sanatçıların şu ''inandığım bir proje olursan neden olmasın?'' lafına hastayım. Projeye inanıp ne yapacaksın? Senin projen benim projemin önünde diz çöker, tövbe eder haberin var mı acaba sevgili sanatçı bozuntusu?
  • Hepimiz hayatında sabah sabah ''şimdi kalk ve etrafa gülümse. bugün harika bir gün olacak...hede hödö...'' şeklinde bir mesaj yazan ''kendini bilmezler'' kategorisinden arkadaşı vardır. İşte ben bu arkadaşı alıp karşıma ''senin bana o sabahın köründe mesaj yazan parmaklarını Hidroflorik asite batırıp parçalarını da o kemçük ağzına çiğnetirim lan apartman boşluğu!'' demek istiyorum. AMA DİYEMİYORUM YA LA! O MESAJI GÖRÜNCE CEVAP YAZAMIYORUM!
  • Peki tamam artık sakinim!
  • ''Yanlış numara'' ne kadar da ezik değil mi? Düşünsenize baştan kaybediyorsunuz. Varlığınızın hiçbir anlamı yok ve siz kosocaman bir yanlıştan ibaretsiniz. Allah kimseyi yanlış numara durumuna düşürmesin. Amin.
  • Geçen gün televizyon karşısında o kanal senin bu kanal benim dolaşırken bir adet sineğin saldırısına uğradım. Böyle bildiğin dayak yedim kendisinden sevgili okuyucu. Elimle böyle engel olmaya çalışıyorum, şerefsiz o kadar hırslı ki sanki elinden ekmeğini çalmışım gibi saldırdı. Rencide oldum...
  • ''Herkes gibi biriyim işte'' diyerek etrafa fake atanlar var aramızda. Bu kişiler dikkatli olsunlar çünkü hiç de öyle herkes gibi olduklarını düşünmüyorum ben.
  • Hayat zor valla ya. Şuan mesela elimde kolamla bilgisayar başında oturuyorum. Benim tabi tablet bilgisayarım neyin yok. Ben fakirim. Hayat zalım.
  • Hikayeyi anlatırken eprili bir sonla bitirmeye çalışan kişinin azmine hayranım. O nasıl bir zeka fışkırmasıysa artık olay örgüsünü öyle bir kuruyor ki, sonunda hatrı için gülmek durumunda kalıyorsunuz zaten.
  • Shaggy de bu ara ölmedi nedense...
  • Her cümlesinin sonuna '' :) '' koyan insanla '' ;) '' koyan insan için ağladım bugün.
  • Bu arada '' :) '' samimi, '' ;) '' ise çok sinsi gelir bana.
  • Pavlov'un yerinde olsam o köpeği bir kaşık suda boğardım sevdiceklerim. Şimdi milyonlarca insan Pavlov'u değil de köpeğini konuşuyor çünkü. Çevir bakalım yoldan birini, elinde fotoğrafla sor bakalım ''Bu kimdir hacı?'' diye... İmkanı yok kimse tanımaz adamı. Sonra işte bu Pavlov desen ne fayda? Adamın aklına hemen köpeği gelecek... Ne hazin...
  • Görüşmek üzere.
  • Yok lan bu çok ani oldu dimi? Yüzün düştü bak yapma böyle. Yerim ben seni...

16 Eylül 2012 Pazar

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:6)

BİR ÇEŞİT ''HAYIRLI'' İŞ

Merhaba küçükken yemelere doyamadığım bebe aspirinlerim.
Ekrana doğru biraz yaklaşır mısınız?
Yaklaş.
Yaklaş, yaklaş korkma!
Şimdi herkes bilgisayar ekranına yapıştı mı?
Evet...
Birazdan anlatacağım hikayede adı geçen kişiler ve olaylar tamamiyle gerçek olup, bloğumun deşifre olması durumunda da sistem tüm yazıyı çiçek - böcek resimlerine çevirecektir. (-evet teknoloji o kadar ilerledi!)
------------------


O değil de, böyle yazınca heyecanlandınız değil mi? Çünkü ben heyecanlandım yani.
Neyse...
Bugün ailemizin 33 yıllık hayatında kaçak bal yapılmadık çiçek bırakmayan, pek çapkın ve pek yakışıklı bir abimizin nihayet evlilik hayatına attığı ilk adıma tanık olduk. Ailecek şaşkın ve bir o kadar da mutluyuz.
Evliliğe ilk adımdan kastım ise tamamen kız ve erkek tarafı denilen takımların dişi bireylerinin tanışma merasimiydi...
İşte olanlar...
  • Daha önceki deneyimlerinden dolayı defalarca evlilikten dönen abimiz, ailemizin ağır topları arasında yer alan dişilere ''geçen seferki gibi atlamayın her lafa. he deyin geçin. valla bu sefer hayırlısı buymuş falan demem, benzin döker yakarım hepinizi!'' şeklinde ağır tehditler savurdu.
  • Artık yavaş yavaş ''eski gelin'' kategorisine giren yengem ise tam da rahatlayacağından bahsedecekti ki, ''ilk 5 yıl kullanım hakkı benim olsun. daha sonra siz kendi aranızda ev işleri konusunda bölüştürürsünüz.'' diyen damat adayının hışmına uğradı.
  • Yukarıdaki diyaloğu fındık yiyerek ve kola içerek dinlemiş olan ben, hayatın ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha anlamış oldum. (aqladııım deliceeeeee) :))
  • Uzun süren hazırlanma ve tembih sürecinin ardından arabalara doluştuk ve kız tarafı adı verilen eve doğru yola çıktık.
  • Yolda çiçek ve tatlı alındı. Adet böyleymiş.
  • Yengem çiçek sayısının tek sayı olması gerektiğini, böylece ''sen teksin'' mesajı verildiğini söyleyerek beni benden aldı. Peki ''çift alsak ne olur?'' diye sordum. Bir süre düşündü ve ''o da senle çiftleşmek istiyorum demektir sanırım'' dedi. Yahu amaç zaten çiftleşmek değil mi? Yasal bir şekilde çiftleşmek istemiyor mu bunlar?
  • Bu arada adet nedir? Kimler tarafından belirlenmiştir? Mesela ben çıksam ortaya ve bir adet çıkarsam bu toplum tarafından kabul görür mü? Kafamda deli sorular...
  • Kız tarafı denilen familyanın yaşadığı eve vardığımızda daha beş dakika önce ''o böyle derse biz de şöyle deriz'' diye plan yapan ailemizin ağır topları, birden bire değişerek şirin mi şirin dişiler haline geldiler.
  • İlk 10 dakika abartısız herkes birbirine iltifat etti. Hatta sanırım bir ara artık kime iltifat edeceğini şaşıran halam bana ''kız bugün çok güzelsin. maşallah. allah sahibine bağışlasın.'' falan dedi. Ben de tabi sanki kendisiyle ilk kez tanışıyormuş gibi iltifatına ''amin. cümlemize inşallah. sübhanallah. ibretlik paylaşım'' dedim... adsfadasfa şaka lan şaka =)
  • Sadece kadınların olmasından kaynaklı olarak evde bir çocuk fazlalığı vardı.
  • Henüz 4 aylık erkek bir bebeğin altı değiştirilirken ilk kez pipi (!) gören 4 yaşındaki yiğenim: ''abla baaaak! bebek yaprağına parmak koymuuuuş! ama nasıl yapmış ki onu? ben de yapıyım mı?'' diye sordu... Bu soruyu da hayatımın cevapsız soruları arasına koydum sevdiceklerim.
  • Bol kalorili pasta, börek, kısır faslına geçildiğinde ise ilk kez yüzüm güldü. Çünkü milleti izlemekten ve gülmemek için yanaklarımı sıkıştırmaktan yorulmuştum. :)
  • Yemek sırasında ''artık dünür sayılırız. zahmete hiç gerek yok canıııım. allah nasip ederse hayırlı işimizi konuşmayada gelicez inşallah. ayyy bu arada kısır harika!'' replikleri bolca kullanıldı.
  • Bu arada biri yengemin espri yapmasını yasaklamalı!!!
  • Ben tüm bu ''hayırlı'' konuşmalar yapılırken bilincimin loş ışıklı koridorlarında gülerek geziniyordum bebeytolarım. Ondandır ki yüzümde hep bir eblek gülücük vardı. :)
  • Kalkma vakti geldiğinde adeta derin bir uykudan uyanmış gibi oldum. Tüm o zoraki konuşmalar beni yormuştu. Azcık açık konuşabilsek keşke değil mi? Mesela desek ki, ''bizim oğlan çapkın. sigara var. alkol var. ama işte yaş olmuş 33, artık evlenmesi de lazım. E sizin kızın da gönlü var. madem öyle evlensinler işte. tam da çiftleşme mevsimi...''
  • DİYEMEDİK YA LA!!! =))))

14 Eylül 2012 Cuma

BİR O YANA - BİR BU YANA (VOL:10)


Merhaba duyguları 140 karaktere sığmayacak kadar derin olan okuyucularım.
Naber?
Beni sorarsan -ki sorduğun da yok!- sadece nefes almaya odaklı bir hayatım var diyebilirim. Nefes al - ver işte bu kadar basit...
  • Sonbahara giriş yapmaya çalıştığımız şu günlerde sık sık gökyüzüne bakarak  ''elveda yaz, elveda güneş, azcık daha otur annem çay koyar birazdan.'' diyorum. Fakat sanırım beni dinlemiyor şerefsizler! :(
  • Sana gitme demeyeceğim yaz. Git tabi. Ama hobi olarak git.
  • Neyse...
  • ''Aşk denen bu zemini kaypak...'' veya ''Hayat denen bu zalim...'' gibi cümleler kuranlara uyuz oluyorum. Bir kere ''hayat denen'' yazınca ne oluyor? Hayata biz başka bir şey mi diyorduk ki garipsiyoruz? Hayır yani biz sıfat yüklemeyi beceremedik de sen mi başardın sadece ukala dümbeleği? Sinirlendim evet!
  • Biliyorsunuz ki böyle çağlara isimler verilmiş hep. Orta çağ, yakın çağ, yeni çağ gibi. Şimdi bu isimlere kim karar veriyor acaba? Mesela ben orta çağ'dan sıkıldım diyelim, hemen ''uff yeni çağ başlasın yhaaaa'' diye fake atabilir miyim? Yeni bir çağ adı uydurulacaksa eğer, ona kısaca ''fokurdak'' diyebilir miyiz? Tüm bu sorular beynimi o kadar meşgul ediyor ki hayata adapte olamıyorum.
  • Geçen gün bir arkadaşıma ''pampiş'' diyerek sistemin kölesi olmaya başlayan biri olduğumu ispat etmiş oldum. Herkes yasta.
  • ''Ayrı gayrı'' kelimesini çok Anadolu, böyle çok bizden gören biriyim. Bu yüzden bir türlü nerede kullanmam gerektiğini kestiremem.
  • ''Efendime söyleyeyim'' lafı da çok ispiyoncu gibi değil mi sizce?
  • ''Gözünü seveyim'' ifadesi de sanki böyle çok ''aslında diğer uzuvlarından nefret ediyorum ama gözün idare eder, o yüzden bari orayı seveyim'' dermiş gibi.
  • Bir dizinin veya filmin kamera arkasını izlediğim zaman kendimi kötü hissediyorum. O kadar çok güldüğüm veya etkilendiğim bir sahnenin çekilirken aslında ne kadar boktan olduğunu anladığım an cidden yıkılıyorum. Adamlar profesyonel sonuçta ve bu işten para kazanıyorlar. Lanet olsun!
  • Adnan Oktar'ın programına konuk olarak çağırılmayı çok istiyorum. Kedi canını seni. =)
  • Müge Anlı biliyorsunuz ki ailemizin polisi gibi bir şey. Arka Sokaklardan hallice bir ifade ile yaptığı programda türlü çeşit kaçırılma, tecavüz ve cinayete ışık tutan biri. Geçen gün programına rastladım, bir an baktım ki televizyon kumandası kayıp. Arıyorum arıyorum yok. Hemen anons etti ''minderin altına bak orada'' diye de rahatladım. ''Sağol Mügüş'' dedim. ''Rica ederim canım. Şimdi kısa bir ara.'' dedi.
  • Maçlarda son dakikada oyuna sokulan oyuncu kadar bahtsız biri biliyor musunuz? Adam oyuna girdiği andan itibaren deli danalar gibi koşturuyor ama bizim hakem tabi beş dakika içinde oyunu bitiriyor. Zalımsın hayat...
  • Senin o bana mesaj atmayan parmaklarını alır nitrik asite batırırım! -DİYEMEDİM YA LA!-
  • O zaman ordan bana biraz huzur, bir bardak da çay ver dostum!
  • Sanırım bu yazı da bitti.

10 Eylül 2012 Pazartesi

BENDEN BİR ŞEYLER (VOL:5)

BİR TATİLİN ANATOMİSİ


Yazımın şarkısı =)
Ben bu yaz bronzlaşmak,
Kendimle uzlaşmak,
Yer yer yozlaşmak,
Uzaklaşmak istiyorum.
***(cosmopolitan dergisi okuyan ve fazlasıyla dişisel olan blogger taklidim)***

Merhaba bebeytolarım.
Merhaba boş şezlonglarım.
12 gün gibi uzun bir aranın ardından ''neredeydin la kımıl zararlısı?!'' diyecek olursanız eğer, Marmariste tatildeydim cicişler.

İşte aklımda kalanlar...
  • Otobüsle şehirlerarası yolculuk yapmayalı çok olmuştu ve her koltuğun arkasında mini bir ekran gördüğüm an çocuklar gibi sevindim.
  • Dokunmatik ekranı sürekli donup kalan tek kişi olduğumu söylememe gerek var mı?
  • Mola verdiğimiz bir yerde tamı tamına 4 tane Starbucks denilen yerden vardı. Sanırım Starbuck'ın ilk kurulduğu yerde falan mola vermiş olmalıyız...
  • Bir de ''ehe ehe hadi gidip oralet isteyelim şunlardan'' veya ''starbucks'da da çaylar şirketten mi acaba?'' diye şaka yapmaya çalışan ergenler olmasaydı iyiydi!
  • Yol boyunca ''uzak yerlere giden morali bozuk genç'' taklidi yapıp hüzünlenmeye çalıştıysam da, beceremedim. İçten içe kendime espriler yapıp eğlendim.
  • Genç potansiyeli bu kadar yüksek olan koca otobüste önüme düşe düşe bebekli bir ablacık düşüverdi. Koltuklarını üstüme doğru yatırıp tüm yolculuğumu katlettiler.
  • Nihayet bilmem kaç yıldızlı olan tatil köyümüze vardıktan sonra anlamış oldum ki burada azınlık olan kesinlikle bizleriz! Olum koskoca tatil köyünde sadece 3 Türk aile olabilir mi ya? Hepsi mi Rus? Davay davay...
  • Tüm tatil boyunca alkolikliğin dibine vurdum.
  • Etrafta çok fazla sivrisinek ve arı vardı ve ben 2 adet arının acımasız saldırıcı sonucunda ayağımın değişik yerlerinden sokuldum. :(
  • Beni sokan arıların peşine sürüne sürüne düşüp taş atarak öldürdüğümü söylememe sanırım şaşırmazsınız değil mi?
  • Tatilim genel olarak deniz, şezlongda kitap okumak ve içki içmek voltranı içinde geçti. O yüzden fazla ayrıntı gelmiyor aklıma. Veya benim kafam hep güzeldi...
  • Çoğu zaman kendimi, kendi hiçliğimi ve yaptıklarımı düşünürken yakaladım kendimi...
  • Her neyse dudu yüzlülerim. Artık döndüm! ''Show must go on'' diyesim bile var ama susuyorum... :))

29 Ağustos 2012 Çarşamba

AŞKSAL ŞEYLER...


Merhaba ağzıyla kuş tutabilme potansiyeli olan okuyucularım.
İlişki uzmanı falan değilim elbette ama aşk hakkında doğru olduğunu düşündüğüm bir kaç düşüncem var...
  • Eğer bir gün yanlışlıkla cennete falan gidersem ilk olarak kudurmuş bir şekilde elma ağacını arıycam! Çünkü her şey o ağacın elmaları yüzünden oldu!
  • X: 3 nokta nedir ki?  Y: Bence insanların bitirmeyi beceremedikleri boş cümlelerinin maskesinden başka bir şey değil.  X: Seni seviyorum demekmiş de diyorlar ama?  Y: İşte ''O'' dediğin cümleye en çok ünlem yakışır!Ünlem koy ki orda kalakalsın,daha da hareket edemesin bir yere! (bu da böyle bir anımdır işte...)
  • X: Eskisi gibi olsun, hani böyle ilk başlardaki gibi.  Y: Hiçbir şey eskisi gibi olmasın. Eğer olacaksa daha önce hiç olmadığı gibi olsun.  X: İşte bunu sevdim :) (''yeniden başlamak'' temalı bir aşk örneği okudunuz.)
  • Adam gözlerinin içine bakarak “seni seviyorum” dediğinde bile üstlenmez, “beni mi?” diye sorarsa eğer, evet o kız ''gerçekten'' yanlızdır...  (bu da böyle bir anımdır işte...)
  • Aşk yazılmaz bu arada... Aşk anlatılmaz da... Aşk sadece hissedilir.
  • Aşk monotonluklardan hoşlanmaz, sorumluluklardan usanır, saygısızlıklardan hazzetmez, gerçeklerden nefret eder ve bu yüzden erken ölür...
  • X: Beni anlıyo musun?  Y: Valla anlıyorum ama konuşamıyorum. (anlaşamayan bir çifti okudunuz,iyi seyirler efenim)
  • Zaman herşeyin ilacıdır derler ya hani, işte o koskocaman bir yalan. Çünkü bazen herşeyin ilacı zaman değil de sadece bir insan olabilir... (alıntı!)
  • Sanırım bu kadar...

28 Ağustos 2012 Salı

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI (VOL:6)

6. KISIM: TAKSİLER


''Hey hey taksi
Bütün işlerim gitti aksi
Hey dur taksi...''


Bu ülke'de bir Küçük Emrah gerçeği, bir de onun ''taksi'' isimli eseri yabana atılamaz sevgili okuyucularım. Bu yüzden ''taksi'' kavramını inceleyeceğim bu yazıma bu harika şarkının sözleriyle başlamak istedim. ;)

Bilindiği üzere taksiler de bir çeşit toplu taşıma aracıdır. Her ne kadar kişiye özel gibi dursa da, ''abi biz şimdi 6 kişiyiz. buradan üsküdar'a kaç yazar?'' cümlesinin sık sık kullanıldığı şey bu saatten sonra olsa olsa toplu taşıma aracı olur benim için.

(Bu arada ''geçen gün bir taksi çevirdim hala dönüyor.'' temalı şakalar yapanları kınıyorum!)

 İçinde kırmızı ışıklar sanıp sönen play-boy temalı bir taksinin direksiyon kenarında ''bismillah'' yazısını asan hayal gücü kesinlikle alkışlanması gereken bir şeydir. Bu yüzden taksileri incelenir kılan tek unsurun taksiciler olduğunu düşünüyorum.

Arabasının tamponuna ''babam sağolsun'' veya ''baba yadigarı'' yazdırma gereği duyan hoş sohbet insanlara biz kısaca ''taksici'' diyoruz bebeytolarım.
Taksiciler bulundukları şehri karış karış bildiklerini iddia eden, fakat bilemeyince de ''valla bilmiyorum abla. ben karşının taksicisiyim.'' adı verilen savunma mekanizmasına sığınan kişilerdir.
Taksici abilerimiz kimi zaman ''ben o tarafa gitmiyorum!'' diyerek bizlere trip atabilirler. Veya gecenin bir yarısı tipinizi beğenmeyerek sizi taksisine almak istemeyebilirler. Böyle bir durumda da çoğunlukla ''cık! kapat kapıyı!'' adı verilen uyarı cümlesini kullanırlar. Kırılmamak lazım...
Taksiciler asla ''binmek'' deyimini kullanmazlar sevdiceklerim. Taksicilere göre taksiye ''atlanır''. Hatta ''atla abla!'' dedikten sonra da vitesi tokatlayarak değiştirirler ve farkında olmadan çok da karizmatik olurlar. :)
Taksicilerin bir diğer özelliği de gündüzleri sinirli, geceleri de efkarlı olmalarıdır.

*** Gündüz,
yolcu: abi merhaba. beşiktaşa gidicektim ben.
taksici: tamam.
(bir süre sonra yan şeritten bir iett otobüsü geçer. taksici sinirlenir.)
taksici: amcık herif! adamın asabını bozuyo şerefsizler!
(yan taraftan motosikletli bir genç geçer. taksici gene sinirlenir)
taksici: göte bak! almış altına motoru, bana hava atıyo sözde!

*** Gece,
yolcu: iyi geceler. bağcılara gidelim lütfen.
taksici: elbette.
(bir süre sonra sessizlikten bunalan taksici bunalım bir müzik açar.)
taksici: of ulan! vallahi bak kardeşim, hiç çekilmiyor bu meslek biliyor musun? gündüz ayrı, gece ayrı dert var.
yolcu: hmm. siz de haklısınız tabii.
taksici: hayır yani bak şu şehrin ışıklarına... şimdi herkes evinde, kendi halinde. biz burda direksiyon sallıyoruz...
(görüldüğü üzere muhabbet uzamasın diye sürekli taksiciyi onaylayan cümleler kurar yolcular. fakat başarılı olunur mu? elbette ki hayır!)

Kısacası, taksileri taksiciler çekilir kılar...

Bu arada, her ne kadar İstanbul'un trafik çilesini ikiye katlasalar da çocukluğum boyunca sadece çok zenginlerin binebileceğine inandığım taksileri ve elbette taksicileri saçma sapan diziler olmadan da anlayabiliriz diye düşünüyorum.

(yazıyı bir türlü sonlandırayı beceremeyen blog yazarının dramını okudunuz)




24 Ağustos 2012 Cuma

ÜŞÜYORUZ PLÜTO REYİZ


Merhaba senato üyeleri.
Bugün, Uluslararası Astronomi Birliği'nin aldığı kararla gezegenlikten afaroz edilen Pluton'un sene-i devriyesi...
En küçük gezegen olması mıydı acaba onu bu hallere sokan?
Diğer gezegenlerce ''çok parlak'' diye kıskanılması mıydı onu aramızdan alıp götüren?
Yoksa Charon adı verilen uydusuyla arasında gelişen duygusal bağ dillere düştü diye mi gurbete atılmıştı?
İç yapısında metan bulunmasından dolayı dünya'ya benzediği için mi kem gözlere gelmişti?
Güneşe olan 5900 km. uzaklığı mı yoksa onu bu hale getirmişti?
Bilemiyorum...
Aradan 6 yıl geçmesine rağmen, hala bu hazin olay tüm gizemini korumakta.
Ama ben bu acı günü hiç unutmadım sevgili dudu yüzlülerim.
Siz de unutmayın...
Yüreğinizin yörüngesinden Plüton'u ayırmayın...


21 Ağustos 2012 Salı

TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI (VOL:5)

5. KISIM: VAPURLAR

Merhaba hayalperest okuyucularım.
Kısa mesafe yolcu gemilerine kısaca ''vapur'' diyoruz. (tanım için kaynak: uludağ sözlük)
Fakat bana göre İstanbul'da yaşamanın beraberinde getirmiş olduğu ufak bir mutluluktur vapurlar... Martılara bol bol simit attığım, kimi zaman kuytu bir köşede dalgalara ''Hafız bugün canım çok sıkkın. İçinde boğulmayı isteyecek kadar sıkkın hem de...'' diye fısıldayıp melankolinin dibine vurduğum, kışın soğuğuna rağmen dışarıda oturup şehrin ışıklarını izleyerek hayaller kurduğum yere ''vapur'' diyorum...
Üniversite hayatımın son 2 senesi 07:15 Beşiktaş - Kadıköy vapurunda geçti ve ben neredeyse her sabah tanımadığım insanlarla muhabbet ederken buldum kendimi. Dışarıda ayaklarını demirlere yaslamış vaziyette oturuyorsundur ve aniden yanındaki yaşlı teyze/amca martılara simit atmaya başlar. Zamanla yakınında bulunan martı sayısı arttıkça yüzünde bir gülümseme oluşur ve bir anda hiç tanımadığın insanlarla muhabbet etmeye başlarsın...

- true story! -
yaşlı teyze: bak bak gördün mü nasıl da kapıyorlar simiti?
(kulağımda kulaklıkla müzik dinlediğim için ilkten ne dendiğini duyamam. hemen kulaklığı çıkartırım)
ben: pardon teyze kulaklık vardı duyamadım?
yaşlı teyze: simiti diyorum. nasıl da yakalıyorlar değil mi?
ben: valla ya. martı olmanın ön koşulu bu sanırım teyzecim.
yaşlı teyze: aç kalıyorlar sanırım. pek balık da yok tabi bu mevsimde...
ben: (''evet'' manasında kafamı sallıyorum)
yaşlı teyze: ben de yurt dışında yaşıyordum senelerdir. çok özlemişim.
ben: hiç özlenmez mi? neredeydiniz peki?
yaşlı teyze: almanya'da... hiç bir yerde denizin rengi bu kadar güzel değil biliyor musun?..

- true story! 2 -
Her zamanki gibi gene müzik dinliyorum, hayal kuruyorum. O an yanımda bir iç çekme sesi...
ben: aa?! pardon, neden ağlıyorsunuz?
ağlayan kız: rezil oldum şimdi değil mi? sevgilimle ayrıldık da...
ben: (çantamda nadiren bulunan bir adet selpak çıkartıp kıza veriyorum) yok rezil olmak değil tabi ama bence önce sakin olmalısın.
ağlayan kız: şimdi yeni sevgilisiyle Fenerbahçe - Galatasaray maçındaymış düşünebiliyor musun?
ben: seninle olmak yerine başka bir kızla olmayı seçen adamın arkasından ağlamasan keşke...
ağlayan kız: hayvan herif!!!
ben: evet! hayvan işte! mal yaaa! bence ağlayacağına onu takmayarak en büyük cezayı verebilirsin! veya git bir güzel söv ona! hem böylece rahatlarsın!
ağlayan kız: doğru diyorsun aslında...

dip not: kız daha sonra verdiğim öğüdü tuttu mu bilemem ama, git ona küfret diyerek aslında ne kadar da kötü bir tavsiyede bulunmuş olduğumu şimdi anlıyorum :)

Vapurlar sadece yolcu değil, hayaller de taşırlar aslında sevgili kaymaklı ekmek kadayıflarım.
Geride bıraktıklarımız, gelecekte aradıklarımız, olmak isteyip de olamadığımız her şey nedense vapurlarda gelir aklımıza...
Kıyıya yaklaştıkca aslında kendi gerçekliğimize yaklaştığımızı hissederiz...
Ve evet, gerçekler genellikle can sıkıcıdır...